Yunak ( Mustafa Dilekmen'in unutulmaz yazılarından biri)


Yıllar önceydi, daha yedi -sekiz yaşlarında ufacık bir çocuktum. Her yaz köye dedemlere giderdim okul bitimi. O yılların yazı yaz, kışı da kış oluyordu. İşte öyle bir yaz. Pırıl pırıl bir ağustos sonu. Ekinler biçilmiş, her yan sapsarı. Erken gelen bir sonbahar ve peşinden kış. Bizim buralarda büyükler "fireze bas, kara bas" derler. Ağustos sonu dedin mi, kış kapıda hazır. İşi acele tutmak gerek. Sap -saman, un-bulgur, kışlık hazırlık... Köyde bir telaş gidiyor. Bunun yanında sadece insanlar değil, hayvanlar için de kışlık hazırlanacak. Öyle ya, Anadolu insanının kışın hazını, yazın azığıdır koyun, kuzu, keçi, inek...
Özelliklerin koyunların kışa, fireze, yani ekin sonu hazırlanıp kırpılması gerekir. Bir gün önceden duydum. "Yunak"a gidilecek. Beni bir meraktır aldı. Dedem "Oğlum, sen de hazırlan, dayın seni de götürsün" dedi. Merakım bir kat daha arttı. Beni bir heyecan kasırgası sardı ki anlatamam. O heyecan ve merakla dayımın "Mustafa kalk, atı hazırladım. Yunağa gidiyoruz." sesiyle yeni daldığımı zannettiğim uykudan uyanıp hızla yataktan fırladığım gibi giyindim.
Ortalık henüz ağarıyordu. Dışarı çıktı. Dayımı ve birkaç komşuyu, atlarını eğerlemiş, hazır vaziyette kapının önünde gördüm. Hepsi bana takılarak "Hadi bakalım şeherli, yunağı da gör. Hoşuna gider." dediler.
Ben dayımın terkisine bindim. Bu arada hazırlanan yiyecekler de heybelere yerleştirildi. Bu yiyecekler, eşeklerle taşınacak. Onları da yola vurdular. Köyün çıkışında herkes toplandı. Bu arada köyün iki sürüsü de çobanların ve çoban köpeklerinin önünde "Yunak" yolunu tuttular.
Dedeme, dayıma yunağın ne olduğunu, beni götürmezler korkusuyla bir türlü soramadım. Ama artık merakımı giderecek yolculuk başladı.
Sürü önde, biz ve diğer köylüler arkada, uzun bir kervan oluşturarak, aşağı yukarı bir buçuk iki saat sürecek yolculuğumuz başladı.
Yolda sürülerin ve bizlerin kaldırdığı bir toz bulutu arkasında bazen sürüyü göremeyip heyecanlanıyordum. Yolculardan bazıları sürünün sağında, solunda ya da önlerinde görünüyorlar. Bu bana bugün atalarımızın Orta Asya'dan batıya göçlerini hatırlatan destan manzaraları gibi geliyor.
Güle oynaya şakalaşarak geçen bir yolculuktan sonra yunak yerine vardık. Sürü, nazlı bir gelin gibi süzülerek durgun durgun akan suyun kenarına yayılarak istirahata çekildi. Bizlerse hemen atlardan inerek suyun kenarına yerleştik.
Yunak yerine vardıktan sonra oradaki suyun "Zamantı Suyunun" küçük bir kolu olan "Taçın suyu" olduğunu, her sene civar köylerden koyunları kırpmadan önce buraya getirip yıkadıklarını öğrendim. Dayım bana gülerek "Gördün mü yunağı?" diye takıldı.
Herkes yerleştikten sonra, gelenler ikiye ayrıldılar. Bir kısmı suya girdi, diğer kısmı suyun dışında kaldı. Dışarıda kalanlar, koyunları, kuzuları tutup suya atıyorlar, suyun içinde bulunanlar da bunları yakalayıp yıkıyor, böylece koyunlar temizleniyordu. Temzilenenleri tekrar dışarıya atıyorlar. Ağustosun sarı sıcağında kurumaya bırakıyordu koyunlar kendilerini.
İşte o esnada daldığım güzel hülyalardan beni suyun karşı kıyısındaki bir gürültü, bağrışma uyandırdı. Bir de baktım ki karşı kıyıda iki çoban ellerindeki meşe deynekleriyle kıyasıya birbirlerine vuruyorlar. Çocuk ruhuma göre müthiş bir kavgaya şahit oluyor, aynı zamanda da müthiş korkuyordum. Ben korkulu gözlerle onları seyrederken birden etraftan yetişenler onları ayırdı.
Yıkama işi bittikten sonra, söğütlerin altına, çimenliğin üzerine sofralar kurulmaya, ocaklar etler pişmeye başladı. Etrafa mis gibi kokular yayılıyordu. Açlığımız bir kat daha artıyordu. Nihayet "Buyrun sofralara" denildi. Ben de dayımla birlikte oturdum. Yemekler yendikten sonra dönüş hazırlığı başladı. Akşam ezanı okunurken köye ulaştık.
Daha o yaşlarda, insanımızın yardımlaşmasının güzel bir örneğine şahit oluyordum. Ne zaman çimenli, söğütler arasında akan bir şirin dere görsem "yunak" aklıma gelir. Karşı kıyısına bakınca da meşe deynekleriyle kavga eden çobanları hatırlardım. O çocuk yaştaki korkum bir anda hoş bir lezzete dönüşür. Gülümser, başımı sağa sola sallar, öylece baka kalırım. Kendi kendime "geçmişi yaşamak ne güzel" der, yürür giderim.
Not: Yunak: Eskiden koyunlar kırpılmadan önce sürü halinde götürülüp yıkanır, kuruduktan sonra da temiz temiz kırkılırdı. Uzun süre yağmur yağmadığından hayvanların temizlenmesi gerekirdi. Bu temizliğin yapıldığı yere "yunak" adı verilmektedir.

Yorumlar