BENİM
ÇOCUKLUĞUMUN GEÇTİĞİ YER:
YENİCE MAHALLESİ
KESER SOKAK
Sinan DEMİRDÖVEN
Mahallemizin bir
değeri olan Pembe Adıyaman da hakkın rahmetine kavuştu...
Eski bir mahalledir
bizim mahallemiz, sakinleri yüzyılı aşkın zamandır oradadır... Ayrı bir huzuru,
garip bir sükuneti vardır mahallenin... Değerleri vardır, anıları vardır ve her
taşın bir bildiği vardır...
HAYALLERİMDEN
GEÇTİLER, HAYATIMDAN GEÇTİKLERİ GİBİ
Çocukken yaz
sıcaklarının iyiden iyiye geldiğini aslında havanın sıcaklığından değil,
Almanya' dan yaz tatili için memlekete girdiğinde sokağın başından sonuna kadar
yolcu koltuğunda kocası, sürücüsü olduğu arabanın kornasına basa basa ben
geldim diye haber veren Almancı Fatma abla' dan öğrenirdik... O gelmiş ise yaz
sıcakları da iyiden iyiye gelmiş demekti...Kavanoz dipli gözlüklerinin altından
gözlerini kısarak arabanın içinden etrafa bakar, mahalledeki herkese
gülümseyerek girerdi.
Kapı önünde sessizce
başı önünde oturan Nuriye Erener' i görür gibiyim, rahmetli tiz sesi ile
fısıldardı, "Ölürsem İstanbul' a gömün beni", diye şimdi eminim doya
doya izliyordur ebedi istirahatgahından, İstanbul' un doğan sabah güneşini...
Naciye Güner
belirdi bir anda hayallerimde Nuriye teyzenin tam karşı kapısında, ufak tefek
nazik bedeni ve nezaketli tavrı ile... Daha dün akşam izlediği diziyi anlatıp
"Maria, Luis Alberto' ya böyle bakıp bakıp gözlerini kırpıştırıverince ayh
ne kadar etkilendim evladım" diye, bize her gün siyah beyaz dünyanın
yegane dizilerinden haber verirdi,
Nuriye annenin oğlu
Mehmet amca ve Pakize anne de hemen Kemal Güner' in evinin karşısında idi,
kapılarından bakınca onlar görünürdü. Ayrıca Mehmet amca, Kemal amcanın da
dünürüydü, edalı edalı gezinen mahallenin en güzel kızı rahmetli Tülin abla ve
mahallenin en yakışıklı delikanlısı Yılmaz abi her iki aileyi akraba etmişti.
Pıtırak Mehmet derlerdi Mehmet amcanın lakabına, mahallenin bir zamanlar en
zengin ailesi idi, Pakize anneyi hatırladığımda; hep onu deli edişlerim ve onun
bana kızışları gelir aklıma, bir de annemlerin Sibel ablam ve halamın Mehmet' i
kaplıcaya götürdüklerinde beni evde bırakmaları nedeniyle sürekli ağladığım o
günün akşamında gönlümü yapmak için Pakize annenin bana getirdiği çilek
reçeli... Ne güzel insanlardı ve ne sevdim hayatım boyunca çilek reçelini...
Sabahat Erener
çıktı hemen çapraz karşıdaki evin kapısından, mahallenin en güzel bahçesi idi
onlarınki, Ömer amcayla çocukları olan Arzu, Fatoş abla, Mustafa abiyi görür gibi
oldum bahçede, Sebahat abla her zamanki gibi elinde bir süpürge her yeri
temizliyordu, sokağı bile süpürürdü rahmetli, şimdi bir anda sonsuza dek
giderken evin duvarına sapladığı tırnakları belirdi, gözlerimde... Arzu benim
çocukluk arkadaşımdı, akran sayılırdık aramızda sadece 2 yaş vardı, bir
defasında mahallede top oynamak istemiştik bizden büyük ablalarımızla da ortak
olup, ama top almak için bakkala gidecek bir küçük lazımdı, ben gitmediğim için
Arzu gitmişti topu almaya, geri geldiğinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, kolunu
göstererek bağırdı bana "Senin yüzünden eğildi kolum" diye, yolda
düşmüş kolunu kırmıştı ve hiddetle beni suçlamıştı, unutmuş mudur acaba o
günü...
Bir de Keriman
yengem, renkli gözleri ile etrafa bakan, eli sürekli iş tutan, hiç bıkmadan
mücadele eden, sofrası bol, muhabbeti güzel kadın... İlk ölüm acısı idi o
öldüğünde hissettiğim... 40 lı yaşlarında geride 5 kuzenimi bırakıp giderken,
hiç tahmin etmemişti kimse çekip gideceğini, koca Keriman ölmemeliydi... Yün
çırpmalıydı, halı yıkamalıydı, toprak bahçeyi süpürmeliydi, salça
kaynatmalıydı, torunlarını tek tek kucağına almalıydı, ama olmadı... Öldüğü gün
doğdu ilk torunu, torunu için hazırladığı çanta bile o öldüğü anda hazırdı...
Temkinli kadındı onu bile ölmeden hazırlamıştı. Ne azim ve dirayetli kadındı,
hatırladınız mı... Amcamın ağzından hiç düşmeyen sigarasını, yengeme iltifat
edip etrafında dolanışını...Ben hep hatırlıyorum...
Hemen Ömer
amcaların yan tarafında eski bir evde oturan Zabel Baytar ve Yusuf Baytar
gülümsediler bana, Zabel teyze elinde bir iğne ve iplik çağırırdı bizi yanına,
gözüm görmüyor şu ipliği geçir bakayım iğneye der ve iğne iplikten geçince
cebinde hiç bitmeyen lokum ya da şekerlerden verirdi bize, ne Yusuf Amca' nın
ne de Zabel teyzenin cebindeki lokum ya da şekerler hiç bitmedi onlar ölene
dek...Ölüp gitti ikisi de, artık ne iğne, ne iplik ne de şeker ve lokum veren
kalmamıştı mahallede, ara ara Yusuf amcanın Müslüman mezarlığındaki mezarına
gidip dua ediyorum, Zabel teyzenin ise Ermeni Mezarlığına götürüldüğünü
söylediler, o gün bugündür onu hiç görmüyorum...
Nurhan abla Zabel
teyzelerin evinin yanında otururdu eşi Bahri amca ile... Hayatları boyunca hiç
çocukları olmamış, o nedenle pek severlerdi çocukları... Hatta hatırlarmısınız
bilmem Sosyal Hizmetlerden Arzu diye bir çocuk evlat edinmişlerdi bir dönem,
Nurhan abla hayatımın en önemli olayına imza atmış aslında, annem beni
istememiş hamile olduğunu duyduğunda, Nurhan ablanın evinde beraber halı
dokuyorlarmış. Nurhan abla bunu duyunca al şu parayı çocuğu doğur demiş
anneme,çok da ısrar etmiş ve benim dünyaya gelme günüme sebebiyet vermiş,
(Umarım annem pişman değildir ;) ) rahmetli şimdi bu yazıyı okur da belki altın
dişlerinin hepsinin göstererek gülümser bana, rahat uyu oldu mu Nurhan abla...
Tam onların evinin
önünde dururken yanımdan heybetlice geçen adamı da tanıyorum, bu bizim Burhan
amca değilmi, Burhan Tuncer.. Yanında köpekleri çıta ve tarzan ile geçiyor
yanımızdan. Hatta küçükken elimdeki sinir geçsin diye Çıtaya yalatmışlardı ve
geçmişti de vallahi... Hep sert bakışlı bir adamdı, sanırım dünya bu kadar sert
bakışlı bir adama bir prenses nasip etmiş, Saime Hanım teyzeyi... Mahallenin en
büyüklerinden kalan son hazineyi...
Kapısının önündeki
taşta oturup sakince ölen Dudu hala, albay emeklisi ve takım elbisesini hiç
çıkarmayan Fettah bey, sanırım geçen yıl içinde balkondan düşerek ölen
Almancıların Murat, Fitnat teyzenin kocası uzun beyaz sakallı ve örf adet bilen
İhsan amca, sokağın başında durup herkesi karşılayan Ali Duyar ve geçip giden herkes...
Tek tek geçtiler Pembe abladan sonra hayallerimden sırayla...
Artık odasının
penceresindeki demir parmaklıktan başını uzatıp "Nereye gidiyon
Sinaaaan" dediğinde, koşturarak "Kimseye söyleme Pembe abla Beyoğlu'
na artist olmaya gidiyorum, evden kaçıyorum" diyebileceğim bir Pembe abla
da yok artık...Sanırım böyle bir şey koca bir ağaç iken yeşillenmek, meyve
vermek, yaprak dökmek, kurumak... Koca bir hayatın içinde ne çok insan vardı
hayatımı hayat yapan, artık ne Burhan amcanın bahçesindeki palamut kaldı, ne
Hulüs amcanın üzerine oturulan duvarı, ne kazırmağının şahlanışı, ne boklu
deremizin kokusu ve ne saklambaç oyunları kaldı, ne de çelik çomak ve şimdi ne
kadar da yalnız kaldı kocaman Keser sokak...
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen görüş ve düşüncelerinizi buraya yazınız.