ÇOCUKLUĞUNU YAŞADIĞIN YER MEMLEKETİNDİR / Atiye TÜMÜKLÜ




                                                                 “Biliyorum suçluyum,
                                               Ve razıyım cezama,
                                               Çalmadım, öldürmedim.
                                               Ne yaptım biliyor musunuz?
                                               Tuttum insanları sevdim. 
                                                               CAN YÜCEL
          Dilimizde kimi sözcüklerin genel özel, gerçek mecaz, yakın uzak, nesnel öznel, eski yeni ad aktarımı yapılmış anlamı bulunur. İki sözcük -bunlar vatan ile memleket- anlam yönünden aynı gibi görülse de değildir. Vatan bir ortak büyük bütünlüğü anlatırken memleket daha dar anlamda şehir kasaba köy olarak kullanılır.
         Yeni tanışanların veya tanışma amaçlayan kişilerin birbirlerine sordukları ilk soru bununla ilgilidir. Kimse “vatanın nere,” demez. “Memleket nere,”der.  Bu memleket kavramı kimilerinde tıpkı güzellik ve sanat gibi göreceli, tanımsızken özümde kesindir.
Memleket: Ne doğduğum, ne doyduğum yerdir. Çocukluğumun geçtiği yerdir.
Fakirlik edebiyatı yapmayı oldum olası beceremediğim gibi yakınma acındırma anlamlı olduğunda hiç sevmedim. Anlatıları anlamsız, yersiz ve gereksiz buldum. Bizim yakınmamız değil, yaşadığımız ortak gerçekler vardır sadece.  Şöyle ki:
Üç yaşında baleye, beş yaşında piyanoya başlayan tafta elbiseli kız değildik.
Bizi pusetli arabalar içinde parklarda gezdiren başı beyaz boneli dadılar büyütmedi. Tatlısu frengi mürebbiyeler eğitmedi. Varlıklarını damarlarımıza su yürüyüp kitap aralarına saklayarak okuduğumuz aşk romanlarından öğrendik.
Özel okullarda okumak bir yana, adını anıp yanına yaklaşmadık. Adlarımız içinde topluma mesaj veren, kamplaştıran Merve,“a”sı inceltmeli Ebrar,  Şeyma... yoktu.
Bize bakıp büyütenlerin bir eli yağda öbürü baldan mı çıkmıyordu? Küçük yerin, dar kazançlı insanların çocuklarıydık Onların görgü göreneğin yanında ellerinde bol paraları vardı da mı harcamadılar? Aşırmadaki yoğurdun kaymağını kendileri yiyip, bize ekşimiş ayranına ekmek mi doğradılar. Eskilerin deyimiyle, ”ahval de ahkâm da bu”ydu. “Gemisini kurtarana kaptan değil, amiraldir,” diyenlerin arasında büyüdük.
 Hayatımızın kalitesini hayatımızdaki insanların kalitesi belirler ama geçmişin bu yüzünde utanmak bizim için söz konusu olamaz. Tanımlara göre elbette en güzel çocukluluğu biz yaşamadık. Bizim ki bize göreydi. Bize özeldi ve bize güzeldi. Bazı kokuların ve seslerin üzerine yapıştığı günlerdi onlar. Çünkü:
Güneşin karşı dağların arkasından yavaş yavaş yükseldiğinde koyu kızıldan alev rengi yay olan sabahlarımız, toz kokusunun havayı bulandırdığı akşamlarımız olurdu.
Mahallenin çevresini saran, ekilmemiş tarlalarda, yılkı atları gibi neye ulaşmak istediğimizi bilmeden yorulana kadar koşardık.
Kıskançlıkla suskunluk büyümezdi içimizde. Çerden çöpten yaptığımız para yüzlü bebeklere yaptığımız düğünlerde çok eğlenirdik. Atılan göbeklerden samanlıklar dolar, topuk vurmaktan ayaklar su toplardı.
Gezdirdiğimiz udularda ıslanmayanımız kalmazdı. Topladığımız bulguru yağı kuzinesinde severek pilava çeviren hep bir büyüğümüz olurdu.
Kibrit kutularında yollanan yavuklu haberlerinin ulakları aramızdaydı.
Duvar diplerinde yetişen gülhatmileri suratımıza yapıştırıp, uyandırmadık bebek, şişirmedik kafa bırakmazdık. Arkamızdan yağmur gibi isabetsiz terlik, takunya, süpürge koçanları yağardı.  
Burası Orta Anadolu’nun stepiydi. Kışımız dondurucu yazımız kavurucu olsa da baharı geç, ama bütün kır çiçeklerini toplayıp gelirdi. Akşam, koyun sürüsüyle birlik gelecek, çoban heybesinden çıkacak, yeni doğmuş kuzuları öz kardeş gibi beklerdik
Yürekli oğlanlar çikletleşmiş çamura aldırmadan öğretmene verilmek üzere Ağbayırdan kardelen, nevruz ve çiğdem, akşam evde pişecek bulgur pilavı için mantar getirirlerdi. İçimizde panzehir yokluğundan gırtlak uğruna ölenimiz hiç olmadı.
 Buğday içlerinde yetişen peygamber çiçeklerinden örülmüş tacı takıp, anlık güzel olmak bir başka güzellikti. Ballıbabaların dipleri somurmakla bitmezdi. Tadı, aroması Yunanlı Tanrıları içtiği nektardan kıvamındaydı.
Biz doğanın içinde derenin bıraktığı milli çamurundan patlangaç oynayarak büyüdük. Ellerimiz ayaklarımız çatlardı. Bu çatlaklardan ince ince kanlar sızar çok da acırdı. Benzin haneden getirilen gres yağı baş ilacımızdı.  
 Biz çalmadık çırpmadık. İnsanları sevdik. Biri gittiğinde mutlaka arkasında yol bıraktığına inandık. Elde ettiklerimizin vazgeçilmezliği bilerek büyüdük. Elimizdekinin değerini kaybedince anlayanlardan değil, değer verdiğimiz kayıplara çok üzüldük.
Bende diğerleri gibi düşe kalka büyüdüm. Başarılarım, yenilgilerim, geri dönüşlerim oldu. Küçük şeyleri büyüttüğüm, büyükleri ıskaladığım anları yaşadım. Çeşitli nedenlerle bir yerlere bağlandım. Ama her yerden çok yaşamak istediğim o yer hiç değişmedi. Bu da çocukluğumu yaşadığım memleketim dediğim BÜNYAN’DI.  
ATİYE GÜNER TÜMÜKLÜ                    
2013 TORBALI-
Ege Gazetesi, İzmir

Yorumlar