GÜLİZAR
Çalınan davulu düğün mü sandın?
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın?
Askere gideni gelir mi sandın?
Dimidire’den(Turan), Bünyan’a teyzelerine ziyarete gelen15-16 yaşındaki Gülizar’ı Burhan’ın anası görüp beğenmiş. Hemen oracıkta dünür olmuş. Gülizar’ın Bünyan’daki teyzeleri aracılıyla Gülizar’ın anasına Burhan’ın köklü bir aileden geldiğini, çalışkan, namuslu, yumuşak başlı olduğunu, ayrıca zengin de sayılabileceğini söylemişler. Kız ve oğlan birbirlerini görüp beğenince kısa zamanda da evlilik gerçekleşmiş.
Gülizar Dimidire’den Bünyan’a gelin geleli nerede ise on sene geçmiş. Bu zaman zarfında üç oğlan bir kız çocuğu olmuş. Bağ bahçe işleri, her gün gelen misafirlere kayın baba tarafından verilen kuzu ziyafeti… İşten güçten bir kez dahi baba ocağı Dimidire’ye gidememiş. Dimidire aklına geldiğinde burnunun direği sızlarmış. Arada yaşlı anasıyla babası eşek sırtında ziyaretine gelmese kalbi hasretten yanacak gibi olurmuş. Gerçi on yılın nasıl geçtiğinin farkında bile değilmiş. Çocuğun biri beşikte biri karnında… Nur topu gibi dört çocuk… Siyah saç rengini babadan, mavi gözleri ve parlak beyaz teni anadan almış. Çocuklara bakınca kendini görüyormuş, Gülizar. Kendini, çocuklarına ve kocasına adamış. Kocasını çok seviyormuş. Burhan “Gülüm” diye seslenince, Gülizar’ın içi bir hoş olurmuş.
Bu on yılın içinde neler olmuş neler. Kayın baba Bünyan’da yapılan haksız uygulamaları Sivas’a şikâyet etmek için gidip dönerken, at ürküp Ahmet Ağa’yı üzerinden atmış. Bir ayağı üzengide takılı kalan Ahmet Ağa’yı at sürükleye sürükleye öldürmüş. Mutluoğlunun Ahmet Ağa’nın ölümüyle ilgili Bünyan’da ağıt yakılıp söylenmiş, yıllar yılı. Ahmet Ağa ölünce karısı fazla dayanamamış, bir yıl içinde kocasının yanına taşınmış.
Gülizar sabah ezanıyla kalktı, hamuru yoğurdu, tandırı yaktı, tandırın üzerine tarhanayı koyup yoğurt kesilmesin diye karıştırdı. Bu arada Burhan inekleri sığıra sürerken, tandır sekisinin önünden seslendi “Gülüm neler yapıyormuş bakayım.”dedi. “Burhan’ım tarlaya gitmeden sıcak sıcak sana tarhana çorbası yapıyorum.” “Eline sağlık Gülüm” diye, yüzüne öpücük kondurdu, Burhan. Sığırı çobana teslim ettikten sonra tandır sekisinde sofraya oturdular. “Gülüm çocuklar sofraya gelmeyecekler mi?”dedi Burhan. Gülizar, “Dün çok yoruldular. Varsın uyusunlar. Kuşlukleyin sana azık getirirler.” dedi. Karı koca, ağaç kaşıkla buram buram tereyağı ve nane kokan tarhanayı bir birlerinin gözünün içine bakarak içerken, Burhan’ın gözlerinde bir keder dolaştı. “Hayırdır Burhan’ım bir sıkıntın mı var” dedi, Gülizar. “Gülüm bir fısıltıdır gidiyor, Osmanlı seferberlik ilan etmiş, her cephede savaşıyormuş, asker toplayacakmış.” “Aman ha! Burhan’ım seni de askere almasınlar, sen gidersen dört çocukla halimiz nice olur.” “Allah büyük gülüm! Allah büyük! Görelim Mevlâ’m neyler, neylerse güzel eyler, şimdilik takma kafanı” dedi, Burhan. Gülizar’ın gözü bulutlandı, ağladı ağlayacak. Burhan, “Bu sene Uzun Tarla’nın altındaki ekin çok güzel, Allah’ın izniyle iyi hasat kaldıracağız.” diye konuyu değiştirmek istedi. Karısının yüzüne öpücük kondurarak kalktı, tırpanı aldı, Köy’ün Önü’ndeki tarladaki arpayı biçmek için gitti, Burhan. Gülizar kocasının arkasından hüzünle baktı. “Ya askere giderse ben çocuklarla tek başıma ne yaparım?” diye içinden geçirdi… Tandır harlanmış, ekmek yapmak için hazır hale gelmişti. Önce uzun ekmekleri tandırın duvarlarına yapıştırdı sonra somun ekmekleri. “Ahmet, Mustafa, Kadın kalkın artık kuşluk oldu, Mehmet’i de alın gelin aşınızı için!” diye üst katta yatan çocuklara seslendi. Dokuz yaşında Ahmet, yedi yaşında Kadın, dört yaşında Mustafa, küçük kardeşleri Mehmet’i yanlarına alarak esneye esneye tandır sekisine indiler. Gülizar “Ahmet, karnını doyurduktan sonra köyün önüne babana azık götür” dediğinde Ahmet hiç itiraz etmedi. Çünkü tarlanın içinden geçen Bük Deresi’nden balık tutmayı çok severdi. Daha önce babasıyla birlikte sepetle oradan çok balık tutmuşlardı. Mustafa, “Küçük ağa ben de seninle geleyim mi?”dedi. “Benim sözümden çıkmazsan, gel.” Gülizar kocası için azık hazırlarken çocuklar yemeğini bitirdi. Hacı Bey Mahallesindeki damın üzerinden, aşağıda Köy’ün Önü’nde arpa biçen babalarına uzaktan baktı, çocuklar. Ahmet azık çıkısını aldı, Mustafa ile Derviş Ağa mahallesinden çarşıdaki hanın önüne (Şu anki şoförler cemiyetinin olduğu yerde han vardı) gelince davullar çalınmaya başlandı. Çocuklar şaşkın birbirlerinin yüzüne baktı. “Bayram değil seyran değil bu da ne ki?” Çarşıda küme küme olmuş insanların, heyecanlı heyecanlı ne konuştuklarına kulak misafiri oldular. “Seferberlik ilan edilmiş, eli silah tutan herkesi askere alacaklarmış.”diyorlardı. Çalınan davulların anlamını çıkarmaya çalışan Burhan’a çocuklar koşa koşa müjde verir gibi “Ağa! Ağa! Seferberlik ilan edilmiş.”demişler, seferberliğin ne anlama geldiğini bilmeden. Burhan’ın eli ayağı buz kesmiş ama çocuklara hissettirmemeye çalışmış. “Ben gidersem karıma ve çocuklarıma kim kol kanat gerecek, tarlayı, tabanı kim görecek, onları emanet edeceğim Allahtan başka kimsem yok, Allah’ım bize yardım eyle” diye içinden geçirmiş.
Bünyan ve köylerinden 200 e yakın asker toplanmış, Ulu Cami’in önüne. Müftü Âlim Efendi “Bugün burada, fidan gibi delikanlıları, genç yiğitleri gururla, iftiharla, dualarla başı dik, alnı açık, gururla, göğsünü gere gere askere uğurlayan annelerin, babaların, eşlerin, çocukların kalplerinden geçen duaları da kabul eyle, yarabbi. Askerlerimize sağ salim birliklerine varmayı, gördüklerinden ibret almayı, vazifelerini seve seve, canla başla yaptıktan sonra şan ve şerefle evlerine dönmeyi, ana-baba, kardeş, eş, çocuk ve bütün sevdiklerine kavuşmayı nasip eyle. Dualarımızı dergâh-ı izzetinde kabul eyle Ya Rabbi.” diye dua ederken yaşlı babalar metanetini korumaya çalışırken, anaların sessiz gözyaşları ırmak olup çağlıyormuş. Askere gidenlerin karıları nutku duruk sorutuyorlarmış. Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var… Askerlere gidecekler son defa evlatlarına sarılıyorlarmış. Burhan, dört çocuğu kucakladıktan sonra Ahmet’e “Oğlum anan ve kardeşlerin sana emanet, artık evin ağası sensin, benim yokluğumu aratma” derken, Ahmet yaşı icabı söyleneni tam olarak anlayabildi mi, bilinmez. Olur der gibi başını salladı. Bünyanlılar yıllar yılı o gün askere gidenleri, son defa gördükleri yeri ve zamanı unutmadı. Gidenin gelmediği askerlik… Anaları babaları evlatsız, gelinleri dul, çocukları yetim koyan o dönemki askerlik nasıl unutulur…
Askerler giderken Bünyan’ın çalışan eli ayağı da gidiyordu. Hayatında kendi köyü dışında hiçbir yeri bilmeyen yiğitler şimdi yurt savunmasına gidiyor… Nereye kime karşı mücadele ettiğini bilmeden… Gidenlerden yıllar sonra gelen oldu mu bilinmez ama gelenleri büyük sürprizler beklermiş. Şehit oldu diye yıllar yılı gelmeyen askerin karısının başkalarıyla evlendirilmesi neyse ama daha da kötü olanı çocuklar üvey baba elinde horlanmasın diye savaşa gidenin küçük kardeşi ile karısının evlendiğini gören yiğit “keşke ölseydim de bu durumları görmeseydim” demez mi?
Burhan doğu cephesinde Ruslarla çarpışırken şehit düşmüş. Burhan’ın şehit haberini komşular fısır fısır konuşurken, Gülizar tandırda ekmek pişirirken duymuş. Ne olduğunu anlamadan tandıra tepesi üzeri dikilmiş. Çocukların feryadıyla komşular yetişmiş ama Gülizar dört yetimi, birde öksüz bırakarak hakkın rahmetine kavuşmuş. Burhan’ın amcaoğulları ve mahallenin ileri gelenleri; ahırdaki tüm hayvanları çekip çevirecek kimse olmadığından dağıtmış, kimsesiz kalan çocukları da her birini hâli, vakti yerinde olan ailelerin yanına çırak çoban olarak yerleştirmişler. Çocuklar anne sıcaklığı ve baba şefkati özlemiyle el kapılarında besleme gibi büyümüşler. Ağa, paşa, ilim, irfan sahibi olabilecek bir nesil eğitimsiz çırak ve çobanlıkla yetinmek durumunda kalmış.
Yurt savunmasında ölen şehitler yanında, şehitlerin geride bıraktığı yaşayan ölü analar, babalar, dul kadınlar ve yetim çocuklar, sizlere selâm olsun.
Çalınan davulu düğün mü sandın?
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın?
Askere gideni gelir mi sandın?
Dimidire’den(Turan), Bünyan’a teyzelerine ziyarete gelen15-16 yaşındaki Gülizar’ı Burhan’ın anası görüp beğenmiş. Hemen oracıkta dünür olmuş. Gülizar’ın Bünyan’daki teyzeleri aracılıyla Gülizar’ın anasına Burhan’ın köklü bir aileden geldiğini, çalışkan, namuslu, yumuşak başlı olduğunu, ayrıca zengin de sayılabileceğini söylemişler. Kız ve oğlan birbirlerini görüp beğenince kısa zamanda da evlilik gerçekleşmiş.
Gülizar Dimidire’den Bünyan’a gelin geleli nerede ise on sene geçmiş. Bu zaman zarfında üç oğlan bir kız çocuğu olmuş. Bağ bahçe işleri, her gün gelen misafirlere kayın baba tarafından verilen kuzu ziyafeti… İşten güçten bir kez dahi baba ocağı Dimidire’ye gidememiş. Dimidire aklına geldiğinde burnunun direği sızlarmış. Arada yaşlı anasıyla babası eşek sırtında ziyaretine gelmese kalbi hasretten yanacak gibi olurmuş. Gerçi on yılın nasıl geçtiğinin farkında bile değilmiş. Çocuğun biri beşikte biri karnında… Nur topu gibi dört çocuk… Siyah saç rengini babadan, mavi gözleri ve parlak beyaz teni anadan almış. Çocuklara bakınca kendini görüyormuş, Gülizar. Kendini, çocuklarına ve kocasına adamış. Kocasını çok seviyormuş. Burhan “Gülüm” diye seslenince, Gülizar’ın içi bir hoş olurmuş.
Bu on yılın içinde neler olmuş neler. Kayın baba Bünyan’da yapılan haksız uygulamaları Sivas’a şikâyet etmek için gidip dönerken, at ürküp Ahmet Ağa’yı üzerinden atmış. Bir ayağı üzengide takılı kalan Ahmet Ağa’yı at sürükleye sürükleye öldürmüş. Mutluoğlunun Ahmet Ağa’nın ölümüyle ilgili Bünyan’da ağıt yakılıp söylenmiş, yıllar yılı. Ahmet Ağa ölünce karısı fazla dayanamamış, bir yıl içinde kocasının yanına taşınmış.
Gülizar sabah ezanıyla kalktı, hamuru yoğurdu, tandırı yaktı, tandırın üzerine tarhanayı koyup yoğurt kesilmesin diye karıştırdı. Bu arada Burhan inekleri sığıra sürerken, tandır sekisinin önünden seslendi “Gülüm neler yapıyormuş bakayım.”dedi. “Burhan’ım tarlaya gitmeden sıcak sıcak sana tarhana çorbası yapıyorum.” “Eline sağlık Gülüm” diye, yüzüne öpücük kondurdu, Burhan. Sığırı çobana teslim ettikten sonra tandır sekisinde sofraya oturdular. “Gülüm çocuklar sofraya gelmeyecekler mi?”dedi Burhan. Gülizar, “Dün çok yoruldular. Varsın uyusunlar. Kuşlukleyin sana azık getirirler.” dedi. Karı koca, ağaç kaşıkla buram buram tereyağı ve nane kokan tarhanayı bir birlerinin gözünün içine bakarak içerken, Burhan’ın gözlerinde bir keder dolaştı. “Hayırdır Burhan’ım bir sıkıntın mı var” dedi, Gülizar. “Gülüm bir fısıltıdır gidiyor, Osmanlı seferberlik ilan etmiş, her cephede savaşıyormuş, asker toplayacakmış.” “Aman ha! Burhan’ım seni de askere almasınlar, sen gidersen dört çocukla halimiz nice olur.” “Allah büyük gülüm! Allah büyük! Görelim Mevlâ’m neyler, neylerse güzel eyler, şimdilik takma kafanı” dedi, Burhan. Gülizar’ın gözü bulutlandı, ağladı ağlayacak. Burhan, “Bu sene Uzun Tarla’nın altındaki ekin çok güzel, Allah’ın izniyle iyi hasat kaldıracağız.” diye konuyu değiştirmek istedi. Karısının yüzüne öpücük kondurarak kalktı, tırpanı aldı, Köy’ün Önü’ndeki tarladaki arpayı biçmek için gitti, Burhan. Gülizar kocasının arkasından hüzünle baktı. “Ya askere giderse ben çocuklarla tek başıma ne yaparım?” diye içinden geçirdi… Tandır harlanmış, ekmek yapmak için hazır hale gelmişti. Önce uzun ekmekleri tandırın duvarlarına yapıştırdı sonra somun ekmekleri. “Ahmet, Mustafa, Kadın kalkın artık kuşluk oldu, Mehmet’i de alın gelin aşınızı için!” diye üst katta yatan çocuklara seslendi. Dokuz yaşında Ahmet, yedi yaşında Kadın, dört yaşında Mustafa, küçük kardeşleri Mehmet’i yanlarına alarak esneye esneye tandır sekisine indiler. Gülizar “Ahmet, karnını doyurduktan sonra köyün önüne babana azık götür” dediğinde Ahmet hiç itiraz etmedi. Çünkü tarlanın içinden geçen Bük Deresi’nden balık tutmayı çok severdi. Daha önce babasıyla birlikte sepetle oradan çok balık tutmuşlardı. Mustafa, “Küçük ağa ben de seninle geleyim mi?”dedi. “Benim sözümden çıkmazsan, gel.” Gülizar kocası için azık hazırlarken çocuklar yemeğini bitirdi. Hacı Bey Mahallesindeki damın üzerinden, aşağıda Köy’ün Önü’nde arpa biçen babalarına uzaktan baktı, çocuklar. Ahmet azık çıkısını aldı, Mustafa ile Derviş Ağa mahallesinden çarşıdaki hanın önüne (Şu anki şoförler cemiyetinin olduğu yerde han vardı) gelince davullar çalınmaya başlandı. Çocuklar şaşkın birbirlerinin yüzüne baktı. “Bayram değil seyran değil bu da ne ki?” Çarşıda küme küme olmuş insanların, heyecanlı heyecanlı ne konuştuklarına kulak misafiri oldular. “Seferberlik ilan edilmiş, eli silah tutan herkesi askere alacaklarmış.”diyorlardı. Çalınan davulların anlamını çıkarmaya çalışan Burhan’a çocuklar koşa koşa müjde verir gibi “Ağa! Ağa! Seferberlik ilan edilmiş.”demişler, seferberliğin ne anlama geldiğini bilmeden. Burhan’ın eli ayağı buz kesmiş ama çocuklara hissettirmemeye çalışmış. “Ben gidersem karıma ve çocuklarıma kim kol kanat gerecek, tarlayı, tabanı kim görecek, onları emanet edeceğim Allahtan başka kimsem yok, Allah’ım bize yardım eyle” diye içinden geçirmiş.
Bünyan ve köylerinden 200 e yakın asker toplanmış, Ulu Cami’in önüne. Müftü Âlim Efendi “Bugün burada, fidan gibi delikanlıları, genç yiğitleri gururla, iftiharla, dualarla başı dik, alnı açık, gururla, göğsünü gere gere askere uğurlayan annelerin, babaların, eşlerin, çocukların kalplerinden geçen duaları da kabul eyle, yarabbi. Askerlerimize sağ salim birliklerine varmayı, gördüklerinden ibret almayı, vazifelerini seve seve, canla başla yaptıktan sonra şan ve şerefle evlerine dönmeyi, ana-baba, kardeş, eş, çocuk ve bütün sevdiklerine kavuşmayı nasip eyle. Dualarımızı dergâh-ı izzetinde kabul eyle Ya Rabbi.” diye dua ederken yaşlı babalar metanetini korumaya çalışırken, anaların sessiz gözyaşları ırmak olup çağlıyormuş. Askere gidenlerin karıları nutku duruk sorutuyorlarmış. Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var… Askerlere gidecekler son defa evlatlarına sarılıyorlarmış. Burhan, dört çocuğu kucakladıktan sonra Ahmet’e “Oğlum anan ve kardeşlerin sana emanet, artık evin ağası sensin, benim yokluğumu aratma” derken, Ahmet yaşı icabı söyleneni tam olarak anlayabildi mi, bilinmez. Olur der gibi başını salladı. Bünyanlılar yıllar yılı o gün askere gidenleri, son defa gördükleri yeri ve zamanı unutmadı. Gidenin gelmediği askerlik… Anaları babaları evlatsız, gelinleri dul, çocukları yetim koyan o dönemki askerlik nasıl unutulur…
Askerler giderken Bünyan’ın çalışan eli ayağı da gidiyordu. Hayatında kendi köyü dışında hiçbir yeri bilmeyen yiğitler şimdi yurt savunmasına gidiyor… Nereye kime karşı mücadele ettiğini bilmeden… Gidenlerden yıllar sonra gelen oldu mu bilinmez ama gelenleri büyük sürprizler beklermiş. Şehit oldu diye yıllar yılı gelmeyen askerin karısının başkalarıyla evlendirilmesi neyse ama daha da kötü olanı çocuklar üvey baba elinde horlanmasın diye savaşa gidenin küçük kardeşi ile karısının evlendiğini gören yiğit “keşke ölseydim de bu durumları görmeseydim” demez mi?
Burhan doğu cephesinde Ruslarla çarpışırken şehit düşmüş. Burhan’ın şehit haberini komşular fısır fısır konuşurken, Gülizar tandırda ekmek pişirirken duymuş. Ne olduğunu anlamadan tandıra tepesi üzeri dikilmiş. Çocukların feryadıyla komşular yetişmiş ama Gülizar dört yetimi, birde öksüz bırakarak hakkın rahmetine kavuşmuş. Burhan’ın amcaoğulları ve mahallenin ileri gelenleri; ahırdaki tüm hayvanları çekip çevirecek kimse olmadığından dağıtmış, kimsesiz kalan çocukları da her birini hâli, vakti yerinde olan ailelerin yanına çırak çoban olarak yerleştirmişler. Çocuklar anne sıcaklığı ve baba şefkati özlemiyle el kapılarında besleme gibi büyümüşler. Ağa, paşa, ilim, irfan sahibi olabilecek bir nesil eğitimsiz çırak ve çobanlıkla yetinmek durumunda kalmış.
Yurt savunmasında ölen şehitler yanında, şehitlerin geride bıraktığı yaşayan ölü analar, babalar, dul kadınlar ve yetim çocuklar, sizlere selâm olsun.

Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen görüş ve düşüncelerinizi buraya yazınız.