BÜNYANCA SÖZLÜK / ANAMIN ŞORLARI /S.Burhanettin AKBAŞ
Anamın şorlarından (sözlerinden) bir lügatçe çıkarıyorum. Bu lugatçeyi daha sonra anamdan topladığım deyim ve atasözlerini de katarak büyüteceğim ve bir kitap hacmine ulaştırıp bastıracağım. Kitabın adı da “Anamın Şorları” olacak… Çünkü, onlardan bana kalan bu kelimeleri birilerine teslim etmem lazım.
Not: Sözlerde geçen hırıltılı h sesi ile, genizden çıkan n sesine alfabemizde bir karşılık bulunmamaktadır. Ayrıca o-u arası sesi ve kapalı e sesini karşılayacak durumda değiliz. O yüzden bu minik çalışma ses özelliklerini tam olarak yansıtmamaktadır.
A
aba: anne, ana
abeş: gözleri kızıl, tüyleri sarı olan büyükbaş hayvan
abıç: bacak arası
Ablak: geniş, yuvarlak yüzlü erkek
abreş: bir kumaştaki ince, uzun renkli kısım
abrıl: nisan (Sakın abrılın beşinden, öküz ayrılır eşinden. Atasözü)
acer: yeni
ade: anne (Yuma Müncübe adem yuma / Gannım evlad yaresinde – ağıt)
Ağal: ağıl
ağbaba: ağa baba, büyük baba
ağmak: dönmek, yuvarlanmak; gökyüzünde süzülmek “Alıcı Kuş gökden ağıp geliyordu.”
ağnamak: yuvarlanmak (hayvanlar için)
ağız: yeni doğmuş hayvanın ilk sütü
ağpahla: kuru fasülye
ahı: armut ve elma kurusu ahıtma: hayvanların alnındaki beyazlık
Alayı: hepsi, tamamı
ale:
“Karadır kaşların ale getirir
O güzellik başa bela getirir
O kaşınan o göz sende varıkan
Ölmüş ölüleri dile getirir”
Karadır kaşların / Türkü
alil: hasta, hastalıklı
“Katarın başında bir alil merkep
Çeker develeri kervan görünür”
İsmail Özsoy
anağrı: yaşlı kadın ana arı
anı: dabak hastalığının eşekteki şekli
arabaşı: unun suda kaynatılıp tepsilere dökülmesiyle elde edilen ve kendine has çorbasıyla ile yenen bir yemek
aralıh: salon
arhaç: rüzgar almayan çukur yer
aş: yemek
“Pişirirsen aş olur
Pişirmezsen kuş olur” Bilmece
aşmah: erkek hayvanların dişisiyle çiftleşmesi
aşıh: ayak bileği, bilek kemiği
atdırmah: işemek
avgın: taştan ya da künkten yapılma su yolu
ayah çobanı: sürünün ikinci çobanı
ahan: işte, şurası
ahey: içlenme ünlemi
(ahey, Gesi bağlarında dolanıyorum / türkü)
ahşamladin: akşamleyin
alaf: alev
alağaz: geveze
alayı: hepsi, tümü
alaz: kırmızı renge yakın olan
alençik: alacık, tek odalı bağ evi
(Evinizin önü alençik değil mi
İtinizin adı baracık değil mi / türkü)
alvan: gelinin duvak tülü
(Alvanımı estirme / türkü)
ame: hala
andaç: soyu devam ettiren erkek evlat
anıh: bir yıllık yiyecek ihtiyacı
annaç: alın-aç, alın karşısı
arı: temiz
arınmak: Yıkanmak, temizlenmek
arıh: zayıf, bakımsız
Arıstah: tavan
(Arıstahda tahla mahla
Ne nohut goydu ne de bahla / derleme şiir)
arşı: kırmızı renkte bir toprak çeşidi
aşlıh: bulgur, nohut, mercimek gibi yemek ve çorba malzemesi
aşırma: yoğurt ve süt konan bakır kap
“Ali Miccik, aşırmayı al da şu dereden su getir demiş” Ali Miccik /Masal
avı: zehir
“Endamın erik
Yördemin erik
E kökü batasıca
Avılar mı çalık” Erik Hırsızları / Fıkra
avsın: efsun
avsıt: kağnı tekeri
ayrıksağı: ayrıksı
azdı: yolunu şaşırdı, kötü işler yapar oldu
B
babal: vebal
badal: kısım, bölüm
bahça: bahçe
“Bahçaya su bağladım
Girdim çıhdım ağladım
Eller Şerif dedikçe
Bağrıma taşlar bağladım”
Şerif Türküsü (Ağıdı)
balah (malah) : erkek manda
bambıl: meyvelerin olgunlaşmamış hali
balhmak: ışık saçmak, şimşeğin çıkardığı ışık; aydınlanmak, parlamak
“Yüzünü açtım da balkıyıp yanar
Susarsan canlar üstünde kanar
Anan baban gelmiş başında döner
Uyan yavrum uyan bey baban geldi” Hürü Gelin / Halk Hikayesi
bar: peynirin küfü
barak: tüylü köpek
“İtinizin adı Baracık değil mi?” Bey Böyrek Hikayesi
batman: sekiz kilogram gelen
basa: fazla, sonra
başşahlamak: arta kalan ürünü toplamak
bayındırmah: bayıltmak
bazlama: sac ekmeği
becen: tavşan yavrusu
bekmez: bekmez asidesi: nişasta ve pekmezden yapılan koyu kıvamda bir yemek
belemek: bulamak, bulaştırmak; çocuğu kundağına sarmak
“Koyun meler, kuzu meler
Sedası bağrımı deler
Babasız yavrı büyüttüm
Zalim düşman kana beler” (Mustafa’nın Ağıdı)
belik: saç örgüsü
belişmek: bölüşmek
“Gelin kardeşler belişelim
Gül şehrine düşelim
Bu yiğit dertle gelmiş
Derdini belişelim” Tahir ile Zöhre / Masal – Halk Hikayesi
bendetmek: bağlamak, bağlanmak, sevdalanmak
“Bir top çiçektir ol Türkistan’dan
Şeydalar seslenir gül gülistandan
Geydiğin basmalar Frangistandan
Ne yaman sevdaların bendetti beni” (Aşık Mustafa 1868-1941)
berdi: verdi “Tanrıberdi” Allah verdi
berk: sağlam, katı
berkitmek: sağlamlaştırmak
beşirlemek: başarmak, bir düzene koymak
bilik: civciv
bilişmek: tanışmak, birbirini bilmek “Bilişelim, görüşelim”
biroddan: bir-od-dan, aniden, habersizce
bir maafir: bir süre
bişi: yaşda kızartılan içsiz çörek
bişirik: harç
bıçkı: küçük otları kesmek için kullanılan alet
bıdılış: küçük
bıldır: geçen yıl
bıyahdan / bayahdan: demin, biraz önce
bızalamak: buzağılamak
boranı: yeşil fasülye ve bulgurdan yapılan sarımsaklı yoğurt dökülerek yenen bir yemek
böğ: büyük zehirli bir örümcek
böğürmek: yüksek sesle bağırmak; manda, camız gibi hayvanların ses çıkarması
boruç: küçük su testisi
boydah: başıboş, başı bağlanmamış, evli olmayan erkek
böhdan: yalan, iftira
burs: sis (Erciyes’i duman aldı, burs aldı / ağıt)
bun: sıkıntı, bunaltı, hastalık (Allah, bun vermesin / alkış)
bürgü: kadın baş örtüsü
Tarlam kızımın yeri
Varır tarlayı gezerim
Yüz bürgülü, göz zülüflü
Kaşında kaldı nazarım” Ahmet ile Emiş’in ağıdı
bürük: kadın baş örtüsü
büvelek: bir yaban sineği
bahanah: hayvanların diz kapağı
bahraç: su kabı
becit: atik, şahbaz, becerikli
beniz; yüz, çehre
bicik: dana, buzağı
boduh: deve yavrusu
boğasah: ineğin boğa istemesi
boğunuh: sesi boğulmuş kişi
bolagaç: küçük taşlardan (mıcır) yapılmış döşeme
boncuk:
-Yerde ne var?
-Yer boncuk.
-Gökte ne var?
-Gök boncuk.
-Anneyin adı ne?
-Fatmacık.
-Kaldır beni hoppacık hoppacık / Çocuk oyunu – tekerleme
boy: çemen ununun tanesi
böcük: böcek
buhağı: hayvanların ayak bağı
buğu: buhar
bulamaç: undan yapılan ve içine pastırma, peynir ve mercimek katılan yemek
büküş: viraj
bülük: çocuğun erkeklik organı
bürüncek: baş örtüsü
C
cağşamak: omuzun ve sırtın tutulması
cahal: cahil
“Gürcü Ağmemmedim gürcü
Yaz gününe yağar kırcı
İki cahal harb eyledik
Kesildi yoldaki yolcu” Taçınlı Mehmet’in Ağıdı
cangama: şamata, şakalaşma “cangama çıkarmak” deyim
cavlamak: deri değiştirmek, kavlamak
cekcek: geveze
cerek: uzun değnek
cibit: çabuk “Bir cibitte yapmak” deyim
cikciki: halının ince kenarı
cilbır: pişmiş yumurtanın üzerine sarımsaklı yoğurt, salçalı biberli yağ katılarak yapılan yemektir.
cin dalı: ağacın en uç dalı
cingil: tutam, salkım
culuh: hindi
cülüs: beter, daha kötü
cağ: ağılın etrafındaki çit
cibinnik: sinekten korunmaya yarayan örtü
cıngar: kavga, dövüş “cıngar çıkarmak” deyim
cınnah: tırnak “Abi, abi, o sürtüştürdüğü keman ya cınnahladığı ne?” Keman ile Kanun / Fıkra
cısın cısın/ cusun cusun: kısım kısım “Mancusun Muncusun insanlar cusun cusun” Halk sözü
cızı: çizgi
“Erzurum’un yolları cızıdır cızı
Elinde kalemi, dizinde cüzü
Bir mektup gönder, şad eyle bizi
Mender cenklere gir aslanım
Sağ selamet gel aslanım” 93 Harbi Hasan’ın Ağıdı
Ç
çabıhın: acele edin
çabıt: bez parçası
çağa/çağ: evde banyo görevi yapan küçük bölme
çahıldah: kışlık hayvan yemi
çalgı: karamık çalısından yapılan süpürge
çalhama /çalhamaç: ayran
çalhanmak: duş almak, suya girip çıkmak
çalıh: eğri
çalınma: felç olmak
çaman: çemen
“Asker karısıyım yaktığım saman
Halının başında katığım çaman
Sensiz derdime olur mu derman?
Aman halıcı bey kaldır halını” Asker ağıtları
“Gurbette vatanı yaman özledim
Yine acıkınca çamanı özledim” Hal Tercümesi /Behçet Kemal Çağlar
çangal: zayıf, çelimsiz
çar: hanımların uzun baş örtüsü
çardah: yüksek eyvan
çarhıt: külüstür, eski eşya
çarıh: eskiden ayakkabı olarak kullanılan bir giyecek
“Ebemin bir çarığı var
Dağı taşı tutar, suyu tutmaz” Bilmece
çav: büyükbaş hayvanların erkeklik organı
çavmak: aydınlanmak
çavdırıh: yabani çavdar
çavsıtmak: bir karardan, bir sözden dönmek
çayan: bir tür böcek
çebiş: bir yaşındaki keçi
çej: çeç, tahılı samandan ayırmak işi
çellemek: ölmek ( Çellemeyesin emi / alkış)
çelme: düğüm
çemkirmek: büyüklere karşı saygısızca davranmak, konuşmak
çenilemek: Köpeklerin acıyla çıkardıkları ses
çengar: bakır kaplarda oluşan zehir
çentmek, çentik: gedik açmak
çıbıh: ince değnek
çiçi / çiçiğız: karışık, taranmamış saç, pasaklı insan
çiğmek: hatırlamak “Andım, çiğdim”
çiğrimek: üşümek, titremek
çik: aşığın çukur yeri
çikeçik: Aşık oyununda bir aşığın çıkıntılı kısmı ile diğer aşığın delikli kısmının gelmesine denir.
çilenmek: nemlenmek, buharlaşmak
çimmek: akarsuda yıkanmak
çipil: su çayırı
çıçıh: dikenli çam ağacının dalları
çipli: ince söğüt dalı
çit: pamuklu giysiler; baş örtüsü
çiş çiş: çocuklara işetme sözü
çiş etmek: çocuğun işemesi
çıhı: bohça
çıngar: kavga, döğüş
çıngı: ateş, kıvılcım
çıpgı: halıya vurulan sıra boyası
çırıh: su oluğu
çırpma: kuru mercimek ve ince kıyılmış pancardan yapılan bir yemek, diğer adı pıttırma
çıtah:aniden öfkelenen kimse
çor: nezle
çorahsı: tuzlu
çorahlanmak: çöreklenmek; toplaşmak, bir araya gelmek
çopur: yüzünde çukurlar olan kişi; güçlü, kuvvetli kişi
çot: kötürüm
çöğmen: baston
çöğdürmek: işemek ( Şöfor, arabayı durdur, bizim gelin çöğdürecek / Fıkra)
çömçe: kepçe “aştan çıkmaz kel çömçe” deyim
çömçe balığı: kurbağa yavrusu
çömçöm: ince ve uzun sakallı kişi
çöngeli: Ucu kıvrılmış sopa. Lodak oyununda bu sopayla lodağa vurulur.
çörtük: dağ armudu; çoban yamağı
çörten: tarihi yapılardaki su oluğu
çötürük: zayıf, çelimsiz
çözgü (çezgi): halı malzemesi
çulha: kilim dokuyan erkek
D
dabaz: vücutta kırmızılıklara sebep olan ve tedavisinde pekmez kullanılan bir hastalık
dadıtmak: tatlandırmak, tatıtmak
dağarcıh: çobanın azık torbası
dal: sırt, arka
“Hürüden de kırık belim
Dalından tutmuyor kolum
Anası başına gelmiş
Yüzünü yalıyor zalım” Türkmen Ağıdı
dalıhmak: dalmak, kendinden geçmek
dalap: dişi atın erkek istemesi
dandırmak: sabahın ilk ışığının vurması
(sabahınan dandırırım / türkü)
dangırdah: hayvanların boğazına (koyun) takılan bakır çan.
dan yeli: tan yeli
dan yıldızı: tan yıldızı
daş / daşlık: dış , dışarı “Daşdan ölçerim. Daşlık ölçerim” Dıştan (dışarıdan) ölçerim.”
demirönçe: dağlarda yetişen ve yakacak olarak kullanılan bir bitki
dardar: Bir çocuk oyunu İsminin darı darı’dan geldiğini sanıyorum.
değirmi: yuvarlak desdeğirmi: yusyuvarlak
dekin: kolay (Akmescit’te) “Bir dekin dekin gelemez.” (kolay kolay) Hadi Kocayiğit /Akmescit
demirdelen: ağaçkakan
denneşmek: toplanmak, derneşmek
denk: pastırma kurutmaya yarayan alet; kurutmalık
depretmek: kımıldatmak
dermaa: elde ve yüzde oluşan bir deri hastalığı
derdikmek: dertlenmek, hüzünlenmek
dermek: toplamak, derlemek
deşirikli: düzenli, itinalı
deşirmek: toplamak, devşirmek
(Atlar gelir fışır fışır
Zabidimin donu yeşil
Zabit seni vuracaklar
Aklını başına deşir / ağıt)
dıhım: bir parça, bir sokum
dıvrak: kıvrak, zayıflamış kimse
dikeç: halının dik tahtası
dikme: fidan
dinelmek: ayakta durmak
direz / direzin: bir tür halı ipi
ditmek: ayıklamak, seçmek, parçalamak
diyeşet: deyiş, aşıkların söyledikleri nağmeler
dırıl /tırıl: kalın bir bez cinsi
dıvramak: hafifleşmek, kıvraklaşmak
doğnuh: yünden yapılmış şalvar
dolah: çarığın üzerine dolanan bez
dolaz: kavrulmuş undan yapılan bir muhallebi
dombalah: takla atma
don: elbise
(Mor donlu çiçekler kokar Bünyan’da / Aşık Harbi 1925-1982)
“Hay ne idim, ne idim Yedi donlu bey idim” Bilmece
döl: yavru
dölçek: kuzu doğumunda çobana hediye olarak verilen kuzu
dölek: ova, düz arazi; düzgün, doğru “Tahsim dölek padişahım, demiş.” Delioğlan /Masal Ağcalı’nın yolu dölek
Kanlar kusmuş gölek gölek
Yarın emmileri gelir
Saçını eline verek” Zekiye Gelin’in ağıdı
döş: göğsün başı
döşlemek: göğüs germek, direnmek
döşürmek /deşirmek: toplamak, devşirmek
“Bak bostandan gönlüm döndü
Ham çağlalar yere indi
Gelinler kalbura bindi
Hemen döşür, hemen döşür /Aşık Mustafa (1868-1941)
dönümsüz: kaba saba yürüyen
dulda: gölgelik, kuytu yer
duluh: yanağın alt kısmı, kulak altı
dübek: sumak ve küncü dövülen alet
düğü: bulgurun ufağı
dünür: dünür
dürüm: ekinin toplanmış hali
düşündürük: çok düşünen, düşünceli
düve: iki yaşını geçmiş dana
düzeklemek: düzeltmek
düzen: evlenecek kızın çeyizindeki eşyalar
E
ebe: büyükanne; çocuk oyununda seçilmiş oyuncu
ebemguşağı: gökkuşağı
eci: büyükanne
edeleşmek: tartışmak, ağız kavgası yapmak
edik: çocuk ayakkabısı “Aliye edik, Veliye düdük etmek” deyim
“Fatma ayağına giydi Maraş ediği
Adım Aliosman çektim tetiği
Aldım Fatma’yı da aştım gediği
Akşama Hamidiyeye varalım atım” Ali Osman Ağa’nın Türküsü
editlemek: tekrarlamak; bir olayı araştırmak
eğeş: tandırın içini karıştırmaya yarayan demir
eğlençüş/ çöğlençüş: tahterevalli
eğleşmek: yavaşlamak, beklemek
eğseri: büyük çivi
eke: kibirli adam
ekmek mantısı: doğranmış ekmeğin üzerine yumurta ve yağ dökerek yapılırdı.
ele mi: öyle mi?
elcek: tırpanın elle tutulan yeri ; hanımların mutfak malzemelerinden (eli elcekli gelin / kolu kolcaklı gelin : türkü)
ellaham: herhalde
elbir: ihbarcı, dedikoducu
ellik: erlik, sahur
elöpen: kertenkele
em: ilaç
emenmek: özen göstermek
emlik kuzu: ilk doğan kuzu
emmi: amca
“Saatin kösteği sarı
Çor vurası kanlı doru
Eşim desem iller kınar
Müşir benim emmim oğlu” Kavaşoğlu Musa Bey’in Ağıdı / 93 Harbi
en: küçükbaş hayvanların kulaklarına vurulan işaret
enemek: koyunun kulağına en açmak, kulağının bir parçasını kesmek
enek: Çocuk oyunlarında kullanılan yassı taşlara denir.
enik: köpek yavrusu
engezlemek: düzenlemek, yoluna koymak
enikmek: sakinleşmek, durulmak
eprimek: erimek, eriyecek gibi olmak
erik hakı: kurutulmuş erik, yarma
erik erinmek: üşenmek
erincek: üşengeç
erişte: ince kesilmiş hamurun yağda kızartılmasıyla yapılan yemekler (mantılık ya da çorbalık olarak)
erkeç: bir tür keçi
esti: büyük yenge, abla, yaşlı kadınların birbitine hitap şekli (asiye-sti)
eşgin: atın tırıslı rahvan yürüyüşü
evcimen: ev işlerinde becerikli kadın
evedi: acele, çabuk
evek: acele eden kimse
evmek: acele etmek
evirmek: döndermek “Evirdim, çevirdim”
evmek: kötü yolda başkasını taklit etmek; acele etmek
evdirmek: aceleye getirmek (ivdirmek biçimi de vardır)
evsin: pusu, tuzak yeri
eyaa: eye kemiği
eyaası kalın: anlayışı kıt
eylan: ilan
“Rafetim sürer yaylı
Dolusu dizginde kaldı
Adana’da eylan oldu
Ne ded’ola Emmisi oğlu” Rafet’in Ağıdı
eyle: öyle
“Sabahınan çıktık yola
Bakamadık sağa sola
Kör olasıca Efraim
Acep eyle dedi m’ola” Menşur’un Ağıdı
F
fahı: fakih, hoca, yaşlı ve olgun kişi
“Ufak ala boz sekiler
Salaa veriyor fakılar
Heveslikli dezzem oğlu
Bir öper bir kokular” Battal oğlu Alinin ağıdı
felfeli: ortaklaşa kurulan kır sofrası
fereca: ferace, kürk, elbise
ferik: palazlanmış tavuk
feriç: keklik yavrusu
fingirdemek: oynaşmak, çirkince gülmek
firez:ekinin biçildikten sonra toprakta kalan kısmı “Fireze bas, kara bas” Atasözü
“Evinize ben varacaam
Varamıyom firezden amman
Yenile bir yar sevacaam
Şimdi değil birazdan amman” Evinize varacağım / türkü
fışgı: hayvan pisliği; mecazi anlamda kötü kadın
G
gaba guşluh: sabahla öğle arası
gabasahal: Kabasakal otu ve ondan yapılan yemeğin adı.
gabala almah: bir işi götürü usülü almak
gada: dert, bela, musibet, iyi dua sözü : Gadasını aldığım.
gadana: bir cins dayanıklı at, Uzunyayla atı.
“Sürerim sürerim gitmez gadana
Fransız kurşunu değmez adama
Benden selam söylen Şıhbabama
Vurun Türk uşağı Antep gidiyor
Vurun Kürt uşağı namus gidiyor” Antep Türküsü / Mehmet Sıtkı Işıtır
galenfil: karanfil
“Ben bir çift güvercin olsam
Çadırın burcuna konsam
Soyunsam koynuna girsem
Eli galenfilli gelin.” Karanfil Halay Havası
garagış: aralık ayı “Gara gış karada, zemheri arada, ille de gücük, ille de gücük” Atasözü
gardaş: kardeş
“Pınarın başına bastı bağladı
Kesti parmağımı ciğer dağladı
Suçum nedir gardaş diye ağladı
Suçum yoktur gardaş bildir bileyim” Hürü Gelin / Halk Hikayesi
garipsidim / garisbidim / garipsedim: özledim
“Garisbidim seni bizim eller / Aşık Ali)
gayfe: kahve
“az gider, uz gider
dere tepe düz gider
alt’ay bir güz gider
lale sümbül biçerek
gayfe tütün içerek
gar dizde garpuzun turfandasını yiyerek” Bey Böyrek / Halk Hikayesi
gaygana: yağda pişrilmiş yumurta
gamalah: erkek keklik
gazah: erkek kekliğe verilen bir başka isim
gan gun (ikileme) : kan kun, kan ve kana benzeyen şey
ganıhmah. bir şeyi yapmak için çok arzulu olmak
gallanguç, gıllangıç: kırlangıç
galle: buğday ile çavdar karışımı
galle: lahana yapraklarının pişirilmesiyle yapılan yemek
gav gibi: hafif
“Geriden baktım dağ gibi
Yanına vardım gav gibi” Bilmece
gavurga: buğdayın kavrulmuşu “Öğsüzün cebine gavırga goymuşlar, ısıcak diye geri dökmüş” Atasözü
gaydalı: kaideli, endamlı yürüyüş
“Hadi benim edalı muazzezim
Bülbül gibi sedalı muazzezim
Yürüyüşü gaydalı muazzezim
Her sözü faydalı muazzezim” Muazzez Türküsü
gebik: verimsiz toprak
gebre: kıldan yapılmış kaşağı
gece ohdı: gece vakti, geceleyin
gedene: bahçelerdeki kendiliğinden oluşmuş yükseltiler
“Tanrı uludur, Tanrı uludur
Nazile gedene malla doludur” Türkçe ezan / Fıkra
gegavın: bir tür yaban sineği
gejgere: saman taşımaya yarayan tahtadan yapılma alet
gelek: kakül geleni: tarla faresi
gelenece / gelecene: gelinceye kadar
“Yıldızı dışarı çıkartma
Ben suyunu getiririm
Ali Efendim gelecene
Üç bebekle otururum” Zekli Ali Efendinin ağıdı
gelep: bir tutamlık halı ipi
gendime: dövülmüş buğdaydan yapılan yemek, keşkef
genneşmek: gerneşmek, gerinmek
gever: bahçeye açılan su yolu
gevrek: gevremiş olan
geygicek: giyecek
geyrek: son kaburga kemiği
gıcımıh: dilinin altındaki bakla, asıl söylenmek istenen şey “dilinin gıcımığını almak” deyim
gımışlamah: kımıldamak
gıncıfıllı: pürüzlü, problemli
gınnap: kenevir ve ketenden yapılmışkalın ip
gınnav: dişi kedinin erkek istemesi
gıpramah: kımıldamak
gırıh: sevgili, dost “Anayın sevdiğine gırıh geldi” Bey Böyrek ile Has Yusuf / Masal
gırışmah: mağrurca gezmek; paylaşmak (argo)
gırşmah: kesmek,
“Tren gelir harlıyarah
Ağ konağı parlayarah
Tren bir yiğit gırşmış ki
Al mendili sallıyarah” Üzerlik Köyünden bir gencin ağıdı
gıtma mantı: bir mantı çeşidi
gızmah: ısınmak
gicin: meşale
gidik: keçi yavrusu
gidişmek: kaşınmak
gizir: köy bekçisi, çok gezen, serseri, başıboş
gocuh: çobanın meşin giysisi
gocunmah: bela aramak
goçsamah: koyunun koç istemesi
golpe: körpe, kuzu “Gücüğün arpası, mardın golpesi (kuzusu)” Atasözü
gopmah: koşmak “Fatma! Gop, gop, gop! demiş” Gop Gop / Fıkra
gosdah: cilveli, nazlı “Kız nişanlın geliyor, godah gosdah yörü” Navrız Gelin / Türkü
govürmek: koyvermek, boşlamak, bırakmak
gozalah: yeşil kabuğundan soyulmuş ceviz
göden: sığır midesi
göğ öğsürük: boğmaca
gökgebe: şişman, karnı şiş insan
gölerdi: göllendi, toplandı
gölük / golik: yük hayvanı
gömeç: bir ot türü
gömeçlemek: kıvrılmak, yığılmak
gövermek: yeşermek
göynümek: hafifçe yanmak, sararmak
gözeklemek: gözetlemek
gubarmah: şişmek, böbürlenmek “Gubarır, gubarır, odayı doldurur, şişer.” Nigar ile Bahtiyar/Masal
gubuduh: yalan
guccük: küçük
“Güccük eşşeği çulla
Gidemezsen haber yolla
Ne durursun Duran Onbaşı
Bağı yedi Kör Abdılla” Aşık Mustafa
guçam: iki avuç birlikte, kuçam
guddül: serseri, başıboş
guddülleşmek: serserileşmek, güdülleşmek
guman: şüphe
gumanlanmak: şüphelenmek
gunalamak/ gulunlamak: atın yavrulaması, kulunlamak
gunnamah: kedi ve köpeğin doğurması
gurk: yumurtaya yatmış tavuk
gusgun: kuyruk altından bağlanan hayvan kayışını bağı
guşaane: tencere
guzay: kuzey
gücün: zorlukla, zor biçimde “Acın yatıp gücün kalkmak” (bir işe başlamaya güzü olmamak) deyim
gücük: şubat (Gücüğün onundan mardın sonundan kork / atasözü)
güdük: kısa
“Güdük gelin gelir sabah
Ne pancar kaldı, ne kabah
İnanmazsan pürüne bah
Hemen döşür, hemen döşür” Aşık Mustafa
günülemek: bir kimseyi kıskanmak, çekememek
güre: dişi eşeğin erkek istemesi
gürelemek: heveslenmek
güvaa: güveyi, damat
“Gelin geldi ağ odaya yaslandı
Elimde mendilim yaşlan ıslandı
Güvaayı görünce camız boşlandı
Sarı camızdan sol böğrümde yaram var” Süksün köyünde damat ağıdı
güveç: patlıcan ve etin güveçte pişirilmesiyle elde edilen yemektir.
güvencir: güvercin
H
hamıt: hayvanların boğazına takılan kayış halka “Ne olacak demiş, çırak kayışı çattı, balığı sırtıma hamıt yaptı.” Hayvanlarla Konuşan Adam / Masal
hakık: yarma, erik, elmai kayısı kurusu, kakık
halberi: uzun süre, bir süre
halı zili: ikileme, halı ve halının küçüğü zili
hangırdamah: gereksiz yere gülmek
hapan: iki avucun aldığı miktar
hapın galmak: yalnız kalmak
harıs:boş, sürülmemiş tarla
harar: büyük çuval
“Karşıda harar durur
Zülfünü darar durur
Kızın gönlü olunca
Oğlanı arar bulur” Sıktırma Halayı
haşa: büyük çuval
haşat etmek: perişan etmek
haşlama: pancarın suda kaynatılmasıyla yapılan bir yemek
hatlamış: atlamış
havlu: avlu “Havlusu sallı, bucağı ballı yere nasip olasın” alkış
havşat: perişan “havşat olmak” deyim
haybatçı: yaygaracı
hay olmak: haberli olmak
hazınevi: mutfak
hecin: erkek deve
hecirget: tandırın ocak demiri
hedik: kaynatılmış buğday
heftiklemek: şaşırmak
hekaa: hikaye “Hekaa hekmiş, çamura çökmüş
Çektiydim, kuyruğu kopmuş” Masal tekerlemeleri
helik: duvar örerken araya sıkıştırılan küçük taşlar
heral: herhalde
herk / hirk: nadas
heren / hereni : on çiniklik buğday kazanı
hevenk: bir üzüm cinsi
hıhırdah: kuyruk yağının posası
hınazalanmak: kıskançlıktan ötürü huysuzlaşmak horata: şamata, şakalaşma (Horatayı zorataya çevirmeyin / Yani şakalaşırken işi kavgaya döndermeyin. / atasözü)
horum: bir orakta çıkarılan ot, orum.
Horanta: ev ahalisi
horasan: yumurta akı, kireç, keçi kılı karışımından yapılan bina harcı
hoşmacı: dalkavukluk eden kişi
hozan: sürülmemiş tarla
I
Ibdıki:önceki
ıgralanmak/ ırgalamak: sallanmak, sendelemek
ılavgar: geveze, lafçı (ı-laf-gar)
ılıman: ılık
ılıngaç: salıncak
ılfıdın: rafadan yapılmış yumurta
ışgın: dağlarda yetişen bodur bir söğüt cinsi
İ
İbik: bir nesnenin uç kısmı
içirik: çok ufak yün cinsi; eskimiş elbise
iki taşın arası: çok kısa bir süre “İki taşın arasında eve varıp gelmiş”
ilağan: leğen “Anana her yer ilağan görünüyor gadasını aldığım demiş. Fıkra
ilağançe: küçük leğen ilengeç: yengeç
ilenmek: dilenmek
ilişmek: hafif dokunmak
imiroğlu: bahçelerin sulama işini düzenleyen halktan görevli kişi
irişgi: sucuk
ireyhan: reyhan
“Çayıra serdim halı
Boyu irayhan dalı
Maşşallah den komşular
Kimin var böyle yari” Mani
issiz: ıssız, boş
“Duz kabını duzsuz koyan
Anasını gızsız koyan
Böyük evi issiz koyan
İşte koyup gidiyom” Kına türküsü
işlik: halı malzemesi satılan yer; içten giyilen iç gömleği
işkillenmek: şüphelenmek
it dirsağı: arpacık hastalığı
iv: elde yün eğirmeye yarayan alet
ivitlemek: ayıklamak “Anası, önündeki arpanın taşlarını ivitler.” Aydoğdu ile Gündoğdu /Masal K
kalın: gelinin çeyizi, başlığı
kancık: dişi
kapısga: lahananın içine pirinç doldurularak yapılan bir sarma türü katıhlaş: Taranaşının yazın soğuk yenen cinsidir.
katkı: vurmak, itmek
kavurga: buğdayı kurutarak yapılan bir yiyecek “Kursak kavurgasını istiyor” (özlemek) deyim
kazak: Bünyan’da bir halı modeli
kazgan: selin meydana getirdiği çukur
keçe: karşı taraf, yaka
“Evkere’den çıktım yüzüm peçeli
Düşmanlar oturmuş iki keçeli Alt’ay oldu ben yarimden geçeli” Bürüngüzlü Gelinin Ağıdı keçeşmek: hissizleşmek (organlar ve dokular için)
kekremsi: ekşimsi
kele: seslenme sözü “Aman kele” “Ne var kele” gibi
kelle: buğdayın başağı; altı metrekarelik halı
kendir: hayvan ipi
kepenek: kelebek; evin yüksek yerlerindeki bölmeler
kepmek: ağız üstü düşmek
kepir: kurumuş toprak kabuğu
kerer: evlerin altındaki inlere verilen isim
“Neden yaslı durun, derdini söyle
Kaç yıldır yatarsın burada böyle
Seni kim defnetti kererin önüne
Söyle kuru kafa nereden geldin?” Aşık Zekli Mesut (Gülmez -1936)
kerpiç: kerpiç
kertik: küçük çukur, iz
kertmek: halının her sırasını düzenlemek
kertilmek:böbürlenmek, gururlanmak
kervangıran: kervan yıldızı
kesek: parça
keşkef: gendime
kete: içi yağ ve unun kavrulmasıyla yapılan çörek
ketkoda: geveze, caka satarak konuşan
keyveni: aşçı kadın
kezek: tezek
kiçi; küçük
kirkit: halı ipini sıkıştıran tarak
“Vur kirkidi inlesin
Yürek seni dinlesin
Halının direğine
Koy başın serinlesin” Halı Manileri
kilar: mutfak
kirmen: yün eğirmeye yarayan alet
kişiflemek: gözetlemek, keşiflemek
kitlek: tandırda pişirilen kurutulmuş ekmek
kırkmak: hayvanlarını yününü kesmek
kırklama: Çocuğun kırk gününü doldurmasıyla yapılan inanç gösterisi
kırpıh: halı ipinin artıkları, kırpık
kısnık: pinti
kızınmak: ısınmak
kongurdamak: ağaçlardan çıkan rüzgarın sesi
“Gaziler gaziler de hey gaziler
Ardıç kongurdar da çamlar sızılar
Sılada arzular emlik kuzular
Kalk gidelim gardaş sılaya doğru” Gaziler Türküsü
konneşmek: kengeşmek, bir araya gelmek, toplanmak, istişare; mecazi olarak bir şey yapmadan oturmak
konuk: misafir “Hazıra anıh, pişmişe konuk” Atasözü
kölen: çukura konan kuzuların üstü örtülü barınağı
kölgenlik: gölge
kömmek: gömmek
kömme: külde pişmiş tandır ekmeği, kömbe
köp; kağnının bir parçası köpüme: yünün köpürtülmesiyle yapılan yelek
köme: kurt öldürmek için yapılan üstü kapalı çukur; küme, grup,öbek
“Egenin içinde adalar köme köme
Kaşındı mı sırtın Yunanlı gene
Türk’ü bilmezsen sen sor dedene
İnanmazsan aç tarihi oku Türkleri” Aşık Kavlak (Mustafa Kavlak)
körelemek: fırlatıp atmak
köşker: ayakkabı tamircisi
“Çavdarımız olmuş köşker ipliği
Ne hoş öter Koramaz’ın kekliği
Kabarmış da Bayraktar’ın Türklüğü
İle karşı kavga eder ağalar” Aşık Mustafa
kötelemek: fırlatıp atmak (taş, deynek vs.)
köynek (göynek): gömlek, iç çamaşır
kuğlek: yoğurt konan tahta kap, küğlek
“Çadırına vardım elinde kuğlek
Sıvamış kolları ne beyaz bilek
El ele verek de gel bize gidek” Çadırına Vardım / Türkü
kurum: is, isten doğan zift
kutur: bir ağacın enlemesine genişliği
kuşkuş: Bulgur ile unun küçük yuvarlaklar getirilmesi ile suda kaynatılması sonucu yapılan yemektir
kuzay: kuzey
“Kuzayını bürür Elos Yaylası
Güneyini süsler kaysı meyvası
Derde deva derler esen havası
Güzeller nişan takar Bünyan’da” Aşık Harbi 1925-1982
küçen: dişi köpeğin erkek istemesi
kücü: halının ortada bulunan yan tahtası
“Yumak yumak sararlar
Kücülere asarlar
Sabahları yumuk gözler
Çıpkıları vururlar” Aşık Ali
künde; her gün (ikileme biçimi: künde künde, her gün)
küvle: tandır deliği
kürtük: kar yığını kürtün: semer çeşidi
küng: çömlekten yapılan su yolu
L
laf şor: laf söz
libade: üç eteğin üzerine giyilen kadın yeleği
lodak: Poloya benzeyen bir oyundur. Lodak, bu oyun küçük topa benzeyen ağaca verilen isim olduğu gibi oyunun da adıdır.
M
madımanah: madımak otunun satır ile dövülerek kıyma, bulgur ve yağ ilavesiyle yapılan yemektir.
mahle: mahalle
“Mahlenizden doğru geçtim
Çeşmenizden bir su içtim
Yetiş Burhan gardaş yetiş
Kafirin tuzağına düştüm” Mümtaz’ın Ağıdı
malağma: samanla tanenin karışık şekli
malamat: perişan, rezil “Malamat olasın” Kargış
marmara: marmelat, kaysı reçeli
maasil: kaysının olgunlaşmış hali
maasimek: önemsemek, mühimsemek
maşalla: bahçenin ekilen bölümleri
mazer: mezar
“Mazerimi derin eylen
Su serpin de serin eylen
Ben gidiyom gelmem gayri
Selamet’i gelin eylen” Hakkı’nın Ağıdı
mazgal: kömenin gözetleme deliği
mazı: kağnının dingili
mecek: ucu demirli bir deynek
menik: halı ipinin sarılmış biçimi
meses: uzunca bir deynek, asa
micoz: Çocuk oyunlarında kullanılan yuvarlak taşlara verilen isim
miso: eskiden hanımların giydiği nir etek
mitil: içi köpüme, yünden yapılan yorgan
mıdırga: küçücük, ufacık
mısmıl: eti yenebilen hayvan
mıstantık: mustantık, sorgu hakimi
“Mezarımı delik delik deldiler
Ciğerimi belik belik beldiler
Bir beliğini mıstantığa verdiler” Bürüngüzlü bir gelinin ağıdı
modul: eşeği sürmek için kullanılan ucu çivili değnek “Eşşeğin boynuna vermiş ki modulu, isterse eşşek ölsün, umurunda mı?” Hayvanlarla Konuşan Adam / Masal
mudara: minnet
munus olmak: pişman olmak, hasret kalmak
musur: hayvanların yem yedikleri yer
“Camızı bağladım musura yakın
Camız beni vurdu yassıya yakın
Gelin konşular da halime bakın
Sarı camızdan sol böğrümde yaram var” Süksün köyünde damat ağıdı
muşta: bahçe evleklerini ayırmaya yarayan tümsek
“Karanfilim muştalanmış
Duydum ağam hastalanmış
Benim derdim üstelenmiş
Eli karanfilli gelin” Karanfil Halay Havası / Ağırlama
müzevillemek: müzevirlemek, ihbar etmek
N
naahıt: ne vakit
naharacı: yaygaracı
neçe: ne zaman
“Bugün günlerden salı
Neçe bitmez şu halı
Saçlarıma ak düştü
Kime bunun vebali” Aşık Ali Halı manisi
neddin: ne ettin
“Uyudum uyandım
Ben bana ettim
Gülünen nergis
Yarimi nettin?
Altın şamdan
yanar gördüm,
Gümüş şamdan
Döner gördüm
İçinden bir kız
Ah çekip ağlar gördüm” Gül ile Nergis /Masal
nemarek: neme gerek
neşaal: ne şekil
nevzine: don yağı ve pekmezden yapılan bir tatlı çeşidi
nittin: ne ettin, ne yaptın
“Kızılırmak parça parça olaydın
Her parçanı bir diyara salaydın
Sen de benim gibi öksüz kalaydın
Kızılırmak nittin allı gelini
nasıl aldın, allı pullu gelini” Kızılırmak Ağıdı
nideceksin: ne edeceksin, ne yapacaksın
“Bacadan aşıyor asmanın dalı
Gelin nideceksin bu kadar malı
Zengin olsan fakir olsan ne çare
İşte görünüyor dünyanın halı” Kozalı Gelin / Türkü
niynemeli: ne yapmalı, ne eylemeli
nöorüyon: ne yapıyorsun, nasılsın “Nörüyon öküz gardaşlık demiş” Hayvanlarla Konuşan Adam /Masal
O
ofartmak: yalan söylemek, abartmak
ohra: hayvanların sırtlarında görülen zararlı bir kurtcuk
ohuyucu: düğünü haber veren, davetçi
onmah: düzelmek, iyileşmek, derman bulmak
orçum: geveze, çok bilmiş geçinen
ossuruk: gaz çıkarma
oşşuhcu: yağcı, yaranmaya çalışan
ovmaç: tereyağı ve pekmezin kaynatılıp doğranmış ekmeğin üzerine dökülerek yapılan bir yemek
Ö
ök: örk, hayvanı yere bağlamak için kullanılan alet
öklemek: hayvanı yere kazıkla bağlamak, örklemek
öndüç: ödünç “Öndüç güle güle gider, ağlaya ağlaya gelir” Atasözü
öndüçleme: davarcıların kendi aralarında sütü sıra ile toplamaları
“Öndüçleme koyun sağar, süt alır
Dilkisi var, kümeslere dadanır
Sana hasret olan gadan alır” Aşık Ali
örüm: ince kamışlardan yapılmış çit
“Bulut gider Uruma çek koyunu örüme
Bulut gider Şama, çek koyunu dama” Atasözü
ötürük: sulu amel
öveç: üç yaşındaki koç
öz: iki dağ arası
özürab: iltihap, özür suyu
P
pace: baca
“Pacede bayrak esiyor
Celal çimento kesiyor
Gahın gedin emmileri
Sanki Celal mi küsüyor” Celal’in Ağıdı
palazlanmah: irileşmek, tüylenmek (kuşlar için)
palas pandıras: patır kütür
pancar çırpması: kıyılmış pancar ve mercimekle yapılan bir yemek
partal atmak: hava atmak, böbürlenmek, yalan söylemek
pantol: pantolon
“Haki pantol giyince dar demedin mi
Talime çıkınca zor demedin mi
Azrail de gelip canın alırken
Sılada nazlı yarim var demedin mi” Asker Ağıdı
pasa: davulcunun topladığı bahşiş
patlah: plastik bidon “Tamam hocam, sana iyi bir patlah verelim.” Patlak / Fıkra
papah: Eskiden giyilen bir erkek başlığı, bir tür kalpak
“Ziyam hükümetten çıkar
Papağı bir yana yıkar
Hükümetin kapısında
Döne döne halay çeker” Kibarın Uşaklarının Ağıdı
pavhırmak: ateş saçmak, ateş püskürtmek, Mecazi anlamda çalışmak, atik olmak
pehli: kaburgadan çıkarılan et
peşgir: havlu
pevrende: salça
pinnik: kümes
piren: bodur orman, maki
“Ormanlarda olur piren
Yaprakları peren peren
Bizim sayı birdir bellen
Bunlar yüzük şaşkınları
Oynarlar akşamdan beri” Yüzük Oyunu Türküsü
pırçak: mercimek topağından yapılan bir hayvan yemi
“Tarlaya da ektim pırçak
Avrupası kucak kucak
Kederlenme Hakkı oğlan
Mustafa var, batmaz ocak” Hakkı’nın ağıdı
pıtıh: küçük kızların kızlık organı
pıtırah: tutungan bir ot
pıtırah gibi: çok, çok fazla
pıttırma: çırpma (yemek)
poşa: boşa, boş yere
“Köpeğin de cinsi olur
Dedikleri çok doğrudur
Mayasında çingen olan
Poşa gelmiş poşa gider” Hamdi Üçok 1900-1980
poşu: hanımların ve erkeklerin kullandığı bir tür baş örtüsü
“Poşunu eğdirmişsin
Gaşına dağdirmişsin
Gayet güzel değilsin
Kendini sevdirmişsin” Navruz Gelin Türküsü
“Gene dumannandı şu Kars’ın başı
Gözümden ahıttın kan ile yaşı
Ben niynemeliyim bir tek çorabı
Benim istediğim şu telli poşu” Türkmen Beyi Deli Musanın ağıdı / 93 harbi
“Beş liralık poşu almış
Bağları dolanı dolanı
Deli Ahmedim harb ediyor
Kana beleni beleni” Ahmet ile Emiş’in Ağıdı
pöçü:hayvanın kuyruk kemiği
pörsümek: bozulmak (yiyecekler için) arıya gitmek
puhağı: hayvanları ayaklarından çatarak bağlamak
puhare: baca
puşta / muşta : bahçenin bölümlerini belirleyen topaktan yükselti
püçüklü / pürçüklü: havuç
pürçek: hanım kakülü, saç demeti
pürlenmek: tomurcuklanmak, yapraklanmak
pürün: dal, budak, ağacın döküntüleri “İnanmazsan pürüne bak” Aşık Mustafa
pürüşmek: bozulmak, arıya gitmek
S
saban: bir tarım aleti
“Koramaz dağı tarlan olsun
Eğer saban geçer ise
Her haneden bir yımırta
Eğer köylü verir ise” Hasan Paşa / Fıkra
sad diyin: çok kere, büsbütün
sağalmak: dirilmek; kuşların uçarken yere doğru hamle yapmaları
sağmen: düğüncü alayı, seymen sağrı: atın kalçası
sahar: hayvanların alnındaki beyazlık
sahar: seher
“Sahar yeli her yellerin başısın
Sabah olsun dan yerleri ışısın
Çiğ düşsün de gül memeler üşüsün
Yarin ak göğsünü döğ sahar yeli
Sen de muradına er sahar yeli Sahar Yeri / Bozlak
sal: çamaşır yıkanan yassı ve geniş taş
salık: haber
“Tren bozdu kılığımı
Alamadım soluğumu
Beni kimse bilemiyor
Kuşlar versin salığımı” Üzerlik köyünden bir gencin ağıdı
salur camızına dönmek: irileşmek, semizlemek
sası: bozulmuş, kokmuş
sasımak: ekşimek, kokmak
sası barlı: bozulmuş ve küflenmiş
savah: aptal, beceriksiz “Boyu kavah, aklı savah” Halk sözü
savah samata (ikileme) : aptal, beceriksiz
savı: benzer, gibi
say: kara taşlık yer
saya: kış dönümünde evde yapılan sayım; koç koyun katımında çoban bayramı
“Hay hayadan hayadan
Yılan aktı kayadan
Açlığımızdan gelmedik
Adet olmuş sayadan” Saya manisi
saya: elbise “Ak saya geyinmiş şu yüce dağlar” Aşık Mustafa
sayağıl: inin önünde bulunan çevrili alan
samı: bir düven aleti
savran: bir kervanın önünde giden, yol gösteren, savuran
“Davran kır atım da davran Sivri’ye davran
Sivri’nin başında da anam bir ulu kervan
Bin beş yüz atlıya olurdum savran
Yakın oylum oylum sivri dağını” Bozlak Mehmet Sıtkı Işıtır
savrum yeli: yaz rüzgarı
sayrı: baş dönmesi, hastalık “Allah, hastalık sayrılık vermesin / alkış”
sayvat: parça, eteğin uç kısmına geçirilen pile
sayvan: örtü, tül
“Bölük bölük oldu beğler
Çekildi sayvanlar tuğlar
Koyun Abdal durmuş ağlar
Gel gitme güzel Kalender” Koyun Abdal (16. yüzyıl)
sazah: soğuk esen bir rüzgar
“Sabahınan düşer sazak
Yağanını almaz kucak
Sevindin mi Dudu Hala
Bizim ocak kör olacak” Rafet’in ağıdı
şeker asidesi: şeker ve nişasta ile yapılır, yemek ve tatlıdır
seki: seki semiz: besili, tavlı
senir: dağ çıkıntısı “Gezdiği senirinen sırt, yediği yoğurdunan süt, lafı da vırtınan zırt” Halk sözü sepgin: karla karışık yağmur, bazen de “sulu sepgen” de denir.
seren: halının en üstteki tahtası serpenek: evin dışa doğru olan çıkıntısı
sevindirik: çok sevinen
siftimek: eti kemiğinden ayırmak; argoda kumarda ütmek
siğmek: işemek “Martta sıçan siğmese, nisanda yağsa dinmese, mayıs da ekinim var diye övünse” Atasözü
silimsi: pancar, bacak turşusu, kıyma ve yağ ile yapılan bir yemek
sin: mezar “Sinine başlatma şimdi”
sinen: sinmiş tam olmuş “İçe sinen bir iş yaptım”
sinilemek: köpeğin inlemesi
sitti: yenge, abla, yaşlı kadınların birbirine hitap sözü
sıda: kaygı, tasa
sıkma mantı: bir mantı çeşidi
sındı: makas
sınıhcı: kırıkçı , sınıkçı
sırıh: ağaçların dallarına vurulan tahtadan yapılma destek
sırıtmak: eşyalar için köpütmek “Yorgan sırıttı” Yorgan köpütmek
sıtmak: korkmak “ödü sıtmak” (çok korkmak) deyim
sıyırgı: kar kürümek için kullanılan alet
sitil: kök, bitki kökü
“Susuz yerde söğüt bitmez
Biterse de sitil atmaz
Elli dene kızım olsa
Zekiye’nin yerin dutmaz” Zekiye Gelin’in Ağıdı
sohu: dibek taşı
soğulmak: çekilmek
sormak: şekeri ağızda eritmek
sormuh: bir tür şeker
sorutmah: ayakta durmak, beklemek
soyah: soy, atalar, asalet
soyha: soysuz, değersiz; ölen kişiden geriye kalan eşyalar
“Elekten elen kınamı
Bağlayın soyka valamı
Çağırın gelin anamı
İşte koyup gidiyom” Kına Türküsü
söbe: oval, yuvarlak; çocukların oyun sözü
söbek: değirmendeki alt taşın ve üst taşın dönmesini sağlayan demir
söve: kapı ve çerçevenin yerleştiği kasa
sumsa/ sumsuk: yumruk
susaşmak: susamak
“Oduncular dağdan odun endirir
Yürük sular değirmenler dönüdür
Kız oğlanın susaşlığın kandırır
Hayıflar, zulumlar Şahmedenlim hey!” Omuz Halayı
suvarmak: sıvamak ; bahçe sulamak
süğsün: ense, tümsek yer, süksün
sümek: eğrilmemiş yün
süraanen: sürü sürü, sürüsüyle…
sürtük: hakaret sözü, çok gezen kötü kadınlar için
süzek: yoğurdun süzüldüğü yumuşak taştan yapılma süzgeç
Ş
şahbaz: becerikli, canı tez
“Hoşaf kaynar boruçta
Çok zor olur oruçta
Haydin şahbaz dokuyak
Kim geçecek yarışta” Halı manileri
şahne: zabit, subaşı, bekçi
“Arıstahda tahla mahla
Ne nohud goydu ne de bahla
Avrad, yağ çölmeğini sahla
Şahne olmuş güdük sıçan / derleme şiir)
şahmedenlim : şah-ı merdan alim
“Şahmedenlim bu yıl burda kışlasın
Dikenin yerine ak gül aşlasın
Küçücük kuzuyu Hak bağışlasın
Hayıflar zulumlar Şahmedenlim hey!” Omuz halayı
şar: şehir, kent (Sen yüce kayasın şarına yönek / Aşık Mustafa)
şeer: şehir
şelek: odunların iple bağlanarak toplanmış hali
şirilağan: büyük leğen
şipsi: tavuk ya da güvercin etinden yapılan acılı bir çorbadır
şişek: erkek koyun
“On bir koyun aldım, dokuzu şişek
Niye mağlup oldun ensesi gevşek” Yüzük Oyunu Türküsü
şıltahçı: her şeyi abartan kişi
şor: söz, laf (ikileme olarak da geçer: “laf şor” gibi)
şorlatmak: suyu fıskırtmak
T
taka: duvara monte edilmiş küçük raf
taman: demin
tangır (tannı): Tanrı, Rab “Tangır (Tannı) canını alsın” Kargış
Tanrı: Tanrı
“Gümüş kalemi de vardır elinde
Tanrı kelamı çoktur dilinde” Hürü Gelin / Halk Hikayesi
tapan: bahar aylarında topraktan çıkarılan bir bitki
tarana: tarhana taranaşı: aşlık, nohut ve mercimekten yapılan bir çorba.
tat (tart): yabancı, el, başkası, kim olduğu bilinmeyen kimse
tatarca: Karnı ağrıyan bir hastaya oynanan seyirlik oyun ve tedavi yöntemi.
tavatır: tevatür, iyi, güzel, hoş
tavla: at ahırı tavsır: tasvir
tapsımak: bozulmak, küflenmek
tecir: tacir, tüccar
teleme: kesilmiş sütten yapılan peynir
telesimek: önemsemek telteli: kadayıf , tatlı çeşidi
“Burhan Efendi de Ahmet Efendi’nin yamağı
Boğazına durmuş teltelinin yumağı” Aşık Mustafa
temek: ahırdan odaya çıkan yüksek çıkıntı
temelli: sürekli, devamlı terek: raf
teselleme: tekerleme, eğlenceli hikayeler
tevzillemek: tevzirlemek, ihbar etmek
tezgere: bir sepet cinsi
tiken: diken
tilbi (tilbe): kurnaz, yaman, her işin altından kalkan, becerikli
tirem: sert, kaya karışımı toprak tığ: ekinin yığılmış hali
tırışmah: bozulmak, arıya gitmek
tırsımak: bozulmak, arıya gitmek
tıvgalı: lohusa kadınların çocuklarına, başka kadınlardan bulaşan bir rahatsızlık; çocuk düşüren kadın
tohlu: koyunun erkeği
toha: toka, tok, köpeklerin boğazına takılan tasma tohuç: tokuç, çamaşır yıkamakta kullanılan ağzı geniş tahta alet
“Koyunu kuzuya kattım
Tokucu yazıya attım
Ya ne deyim a bebeğim
Bir desticik suya sattım” Gömürgende bir bebeğin ağıdı
tokan: Aşık oyununda her iki aşığın da çıkıntılı kısmının dik gelmesidir.
tol: eski yapılardaki kemer
toprahçalıh: halıya başlamadan önce dokunan hazırlık sıraları
toşah: altından su çıkarılan milli toprak
toy: hindi büyüklüğünde alacalı renkte bir yırtıcı kuş
töbe: tövbe
töketek: aşık oyununda her iki aşığın da çıkıntılı kısmının yatay gelmesine verilen isimdir. töremek: türemek, ortaya çıkmak, meydana gelmek
“Kara şalvar bacağında
Beşli martin kucağında
Böyle yiğit törememiş
Kazanbaşlar ocağında” Karakayalı Necip’in Türküsü (Ağıdı)
töretmek: çoğalmak
tuğ: hayvanların başındaki tüysü çıkıntı
tuman: uzun don
“Üç kuruşu olan durmaz öğünür
Bazı insanlar kendini beğenir
Sosyeti kadınlar petnol giyinir
Köylüler koca tumana kaldı” Aşık Mehmet (Öztürk) 1932- …..
tuturuh: saçı çok ve kıvırcık olan
tülek: tüyü dökme, kırkım
tünemek: gecelemek Tavuklar tünedi
Tünek: küme; hapishane
U
ucar: haber, iz, belirti
Udu: çocukların yağmur yağarken gezdirdikleri bir bezden yapılmış ruhani varlık
“Udu udu gördün mü
Uduya selam verdin mi
Udu kapıdan geçerken
Sulu bir yağmur verdin mi?” udu tekerlemesi
uğrun. habersizce
“Gafil idim elimden üzüldü tahda
Goyun bekler gibi bekler yolahda
Uğrun kaptın, hayır yohdur dolahda
İsa kullarından Agop Çorbacı” (Aşık Mustafa)
uğur: ön
ulmak: bozulmak,sararmak
Uluh: cansız, kötü, işe yaramaz, solmuş umusuluh: umut içinde olmak
uşak: çocuklar, gençler
“Nallı kır atıma yol mu dayanır
Asker uşakları kız anam erken uyanır
Bünyan uşağına can mı dayanır
Doğurmaz olaydın kız anam benim başım belalı” Kır At Türküsü
uşkur: şalvarı bağlamak için kullanılan ip ya da kuşak
“Anama söyleyin damda yatmasın
Çuha şalvarıma uşkur takmasın
Oğlum geliyor diye yola bakmasın
Vurun Türk uşağı Antep gidiyor
Vurun Kürt uşağı namus gidiyor” Antep Türküsü Mehmet Sıtkı Işıtır
uymasal: aksi, inat
uymasallamah: aksileşmek, inatlaşmak
uylamak: bir şeyin üstüne üstüne gitmek
uz: maharetli, becerikli
Ü
ülker: yedi kardeşler de denen bir yıldız
ümütünü yoh: kendisi yok, haberi yok, bir belirti bir iz yok
ünledi: bağırdı, seslendi “Evimize hırsız girdi, yetişin konşular diyi ünledi.” Zannuşağı / Masal ütmek: tüylerini yakmak ütme: sapıyla beraber yakılan buğday
ütnük: hakaret sözü
üvez:
üzengi: hamur tahtasında açılan hamurun muska biçiminde katlanmasıyla yapılan mantının içsiz ve küçük şekline üzengi denir.
üzülmek: düşmek (Gafil idim elimden üzüldü tahta) Aşık Mustafa
üzülmek: incelmek, zarara uğramak “Bu ipler üzülmüş”
üzüm yahnisi: kuru üzümün kaynatılmasıyla yapılan bir yemektir.
V
vanılamak: bağırmak, ses çıkarmak
vanılayıp durmak: boş yere bağırıp çağırmak / deyim
verena: virane
“Ateş yanan yerde mor çimen bitmez
Verena bağlarda bülbüller ötmez
Hürümün hayali karşımdan gitmez
Aman dağlar aman Hürüm var mıdır, yok mudur” Hürü Gelin /Halk Hikayesi
Y
yabantı: yabanın büyüğü
yad: yabancı
yadırgı: yabancı, tanınmadık, bilinmedik kimse
yağlama: kuşbaşı ve kıymanın bazlamaların üzerine serilmesiyle yapılan bir yemektir. Sarımsaklı yoğurtla yenir.
yağmır: yağmur
yalak: hayvanların yal yediği yer; çocuk oyunlarında açılan çukur
yalama, yalamık: eski püskü, bozulmuş, yalap: ışıltı, parıltı
yalbırdak: çıplak ayaklı (yalın yalbırdak : ikileme biçimi), yoksul, bir şeyi olmayan
yalınsah: görgüsüz
yalınız : yalnız (n sesi genizden çıkıyor)
“Bizi yaradan da ol hazır nazır
Sağımda solumda evliya hazır
Kaldım yalınız dağlarda sen yetiş Hızır
Kaldım yalınız dağlarda yanar ağlarım” Hürü Gelin / Halk Hikayesi
yalpıh: engebeli yer yamalah: işlevini kaybetmiş, eğri büğrü
yamçı: eskiden palto yerine giyilen bir giysi
yampiri: eğri büğrü yanaz: aksi, inat
yanır: hayvanların sırtında olan yara “Yavız it, yanırsız olmaz” Atasözü
yanıt: cevap, kız evine gönderilen bohçanın adı “yanıt bohçası”
yanız: yüz, çehre
“Aman aman olmuyor
Eş eşini bulmuyor
Kara yanız genc oğlan
Niye gönlün olmuyor” Ceviz Oynamaya Gelmiş / Türkü
yapıh: yazma, baş örtüsü
yaprı:eğri, biçimsiz
yassılamak: düzlemek
yaşmak: baş örtüsü
“Hani benim allı pullu yaşmağım
Ben de gelin olduğuma pişmanım
Kayseri’nin bir yarısı düşmanım” Dağdan Yuvarlandı Kayalarımız / Türkü
yar: uçurum “Varmış kadını bir yara atmış gelmiş.” Bey Böyrek ile Has Yusuf / Masal
yarma: soyulmuş buğday, dağme
yarmaça: kaysının yarılarak kurutulmuş biçimi
yarpız: kır nanesi
yahni: yarmaçanın yağda pişirilmesiyle yapılan yemektir.
yasal: ölünün yası
yasalcı: ölünün yasına gidenler
yavlan: derin olmayan
yavız: kötü
yavsı: kene yavrusu
yavşah: bit yavrusu
yavşan: bir dağ bitkisi “Doğmadık tavşanı, bitmedik yavşanın dibinde vurdum.” Avcı tekerlemesi
yayma: içine eşya konan bir araç
yaylım: otlak yeri
yazı: şehrin dışındaki kırsal alanlar
“Bengiboz yoruldu yazıda kaldı
Sefil Bey Böyreğin aklını aldı” Bey Böyrek / Halk Hikayesi
yaz: erkek koyun sürüsü
yazma: baş örtüsü
“Bünyanlılar mavi de yazma bürünür
Bürünür de uçları yerde sürünür” Türkü / Neşet Ertaş
yedi gardaşlar: ülker yıldızının diğre adı
yeğni: hafif
yekinmek: kalkmak, ayağa kalkmak, göğe savrulmak
“Çırpılıktan toz yekindi Uşağın önü söküldü
Tez gelesiz Ali Efendim Yıldız bazara çekildi” Zekli Ali Efendinin Ağıdı
Çardakkaya’nın ekini
Kalkar yekini yekini
Garıştırma Ladif Hoca
Hakkı’mın çalma kakili” Hakkı’nın ağıdı
yeldirmek: acele etmek
yelpik: soğuk algınlığı, yel çarpması
yemşe / yemşen: bir çeşit dağ bitkisi, alıç türü
yenge: yenge
yerme: beğenmemek, aşağı görmek
yetmek; yetişmek, ulaşmak; olgunlaşmak
“Yedilmez oldu yedeğler
Kurulmaz oldu otağlar
Harap oldu kaldı çırağlar
Gel gitme güzel Kalender” Koyun Abdal (16. yüzyıl)
yiğin: çok, sık
yiğrenmek: tiksinmek, iğrenmek
yiv: iki tarlayı ayıran sınır çizgisi
yivindirmek: habersizce gözden kaçırmak “gözünü yivindirmek” deyim
yıkışmak: güreşmek
yılımsamak: hafif yollu gülmek
yılışmak: çirkince gülmek,
yıldır yıldır: pırıl pırıl
yılhı: başıboş, serseri
yımırta: yumurta
yınnaşmak: arzu edilmeyen bir şekilde karşıdakine gülümsemek
yınnaşık: gereksizce sevecenlik gösteren kişi
yıratmak: uzaklaştırmak
yirik: yıpranmış, büzülmüş
yoğun: şişkin, kalın
yoğsun: yosun
“Evlerinin önü akar
Yoğsunun yüzüne bakar
Mustafa ölmüş diyince
Bütün Bünyan ayaa kalkar” Mustafa’nın ağıdı
yokuş: rampa
“Evlerinin önü de bir kötü yokuş
Kız kurbanın olurum o nasıl bakış
Halının üstüne de döktüğün nakış
İlme çalan ellerine kurban olurum” Karadır Kaşların / Türkü
yolah: yol, patika, cılga yol,
yolah bilmemek: bir işin yönetimini bilmemek
yolluh: ince ve uzun kilim
yomsulamak: taklit etmek, yansılamak
yonu: yontulmuş, yontulmaya müsait taş
“Ağa daşı, yonu daşı
Yandı ciğerimin başı
Gelmedi mi arslan oğlum
Yedirdiğin ekmeğe karşı” Kibarın Uşaklarının Ağıdı
yoşuh: eskimiş eşya, mal, halı, kilim vs.
yoşumah: yorulmak; eskimek; güçten düşmek
yönek: yönelmiş, yönelik “Sen yüce kayasın şarına yönek” (Aşık Mustafa)
yörümek: yürümek
“Ben yanarım eller yanmaz
Viran bağa bülbül konmaz
Derdim çoktur ele denmez
Yörü emektarım yörü” Aşık Sıtki (1820-1873)
yoz: damızlık niteliğini kaybetmiş koyun
“Dilkilikten gelen yozlar
Ben söyleyim bellen kızlar
Ata aykırı çatmışlar
Üstünden dökülür buzlar” Rafet’in Ağıdı
yuha: yufka ( h sesi hırıltılıdır)
yuğrum: yoğurmak için gerekli un “Bir yuğrum un aldım konşudan”
yular : hayvanlara kullanılan kalın bir ip
“Dağdan gelir taştan gelir
Bir yularsız arslan gelir” Bilmece
yumak: yıkamak
“Esvap yuduğum pınarlar,
Yuyup serdiğim duvarlar
Vakti gelince kovarlar
İşte koyup gidiyom” Kına Türküsü
yumuş: öğüt, nasihat
yumuş oğlanı: hizmet gören delikanlı, çocuk
yunak: çamaşır yıkanan yer; koyunların yıkandığı dere, su yatağı “Mustafa kalk atı hazırladım, yunağa gidiyoruz sesiyle yerimden fırladım.” Mustafa Dilekmen
yuvah: taştan yapılma dam düzlemekte kullanılan bir alet yuvah
yuvmah: dam düzlemek
yüğrük: hareket halinde olan, koşan, yürüyen
“Oduncular dağdan odun endirir
Yüğrük sular değirmenler döndürür” Omuz Halayı
yülümek: saç tıraşı olmak; argo kumarda ütmek
yületmek: tıraş olmak
yüz ketesi: Kuzunun anasının karnında yüz günü doldurmasının şerefine çobanlara hediye olarak pişirilen ketedir.
Z
zağar: köpek
“Geriden baktım da koşanda davar
Oturmuş altına sütünü sağar
Ümmühan oğlunda bir kancık zağar
Oşt demeden kaptı beni neyleyim” Aşık Sıtkı (1820-1873)
zavar: hayvanlara hazırlanan arpa ve çavdardan yapılmış yem
zavrak: salatalık
zemheri: ocak ayı “Karakış karada, zemheri arada, gücükte kar devenin kuyruğunda” atasözü
zıvanadan çıkmak: çileden çıkmak
zollu, zorlu: mükemmel, hoş, güzel
zorata: kavga, döğüş
Anamın şorlarından (sözlerinden) bir lügatçe çıkarıyorum. Bu lugatçeyi daha sonra anamdan topladığım deyim ve atasözlerini de katarak büyüteceğim ve bir kitap hacmine ulaştırıp bastıracağım. Kitabın adı da “Anamın Şorları” olacak… Çünkü, onlardan bana kalan bu kelimeleri birilerine teslim etmem lazım.
Not: Sözlerde geçen hırıltılı h sesi ile, genizden çıkan n sesine alfabemizde bir karşılık bulunmamaktadır. Ayrıca o-u arası sesi ve kapalı e sesini karşılayacak durumda değiliz. O yüzden bu minik çalışma ses özelliklerini tam olarak yansıtmamaktadır.
A
aba: anne, ana
abeş: gözleri kızıl, tüyleri sarı olan büyükbaş hayvan
abıç: bacak arası
Ablak: geniş, yuvarlak yüzlü erkek
abreş: bir kumaştaki ince, uzun renkli kısım
abrıl: nisan (Sakın abrılın beşinden, öküz ayrılır eşinden. Atasözü)
acer: yeni
ade: anne (Yuma Müncübe adem yuma / Gannım evlad yaresinde – ağıt)
Ağal: ağıl
ağbaba: ağa baba, büyük baba
ağmak: dönmek, yuvarlanmak; gökyüzünde süzülmek “Alıcı Kuş gökden ağıp geliyordu.”
ağnamak: yuvarlanmak (hayvanlar için)
ağız: yeni doğmuş hayvanın ilk sütü
ağpahla: kuru fasülye
ahı: armut ve elma kurusu ahıtma: hayvanların alnındaki beyazlık
Alayı: hepsi, tamamı
ale:
“Karadır kaşların ale getirir
O güzellik başa bela getirir
O kaşınan o göz sende varıkan
Ölmüş ölüleri dile getirir”
Karadır kaşların / Türkü
alil: hasta, hastalıklı
“Katarın başında bir alil merkep
Çeker develeri kervan görünür”
İsmail Özsoy
anağrı: yaşlı kadın ana arı
anı: dabak hastalığının eşekteki şekli
arabaşı: unun suda kaynatılıp tepsilere dökülmesiyle elde edilen ve kendine has çorbasıyla ile yenen bir yemek
aralıh: salon
arhaç: rüzgar almayan çukur yer
aş: yemek
“Pişirirsen aş olur
Pişirmezsen kuş olur” Bilmece
aşmah: erkek hayvanların dişisiyle çiftleşmesi
aşıh: ayak bileği, bilek kemiği
atdırmah: işemek
avgın: taştan ya da künkten yapılma su yolu
ayah çobanı: sürünün ikinci çobanı
ahan: işte, şurası
ahey: içlenme ünlemi
(ahey, Gesi bağlarında dolanıyorum / türkü)
ahşamladin: akşamleyin
alaf: alev
alağaz: geveze
alayı: hepsi, tümü
alaz: kırmızı renge yakın olan
alençik: alacık, tek odalı bağ evi
(Evinizin önü alençik değil mi
İtinizin adı baracık değil mi / türkü)
alvan: gelinin duvak tülü
(Alvanımı estirme / türkü)
ame: hala
andaç: soyu devam ettiren erkek evlat
anıh: bir yıllık yiyecek ihtiyacı
annaç: alın-aç, alın karşısı
arı: temiz
arınmak: Yıkanmak, temizlenmek
arıh: zayıf, bakımsız
Arıstah: tavan
(Arıstahda tahla mahla
Ne nohut goydu ne de bahla / derleme şiir)
arşı: kırmızı renkte bir toprak çeşidi
aşlıh: bulgur, nohut, mercimek gibi yemek ve çorba malzemesi
aşırma: yoğurt ve süt konan bakır kap
“Ali Miccik, aşırmayı al da şu dereden su getir demiş” Ali Miccik /Masal
avı: zehir
“Endamın erik
Yördemin erik
E kökü batasıca
Avılar mı çalık” Erik Hırsızları / Fıkra
avsın: efsun
avsıt: kağnı tekeri
ayrıksağı: ayrıksı
azdı: yolunu şaşırdı, kötü işler yapar oldu
B
babal: vebal
badal: kısım, bölüm
bahça: bahçe
“Bahçaya su bağladım
Girdim çıhdım ağladım
Eller Şerif dedikçe
Bağrıma taşlar bağladım”
Şerif Türküsü (Ağıdı)
balah (malah) : erkek manda
bambıl: meyvelerin olgunlaşmamış hali
balhmak: ışık saçmak, şimşeğin çıkardığı ışık; aydınlanmak, parlamak
“Yüzünü açtım da balkıyıp yanar
Susarsan canlar üstünde kanar
Anan baban gelmiş başında döner
Uyan yavrum uyan bey baban geldi” Hürü Gelin / Halk Hikayesi
bar: peynirin küfü
barak: tüylü köpek
“İtinizin adı Baracık değil mi?” Bey Böyrek Hikayesi
batman: sekiz kilogram gelen
basa: fazla, sonra
başşahlamak: arta kalan ürünü toplamak
bayındırmah: bayıltmak
bazlama: sac ekmeği
becen: tavşan yavrusu
bekmez: bekmez asidesi: nişasta ve pekmezden yapılan koyu kıvamda bir yemek
belemek: bulamak, bulaştırmak; çocuğu kundağına sarmak
“Koyun meler, kuzu meler
Sedası bağrımı deler
Babasız yavrı büyüttüm
Zalim düşman kana beler” (Mustafa’nın Ağıdı)
belik: saç örgüsü
belişmek: bölüşmek
“Gelin kardeşler belişelim
Gül şehrine düşelim
Bu yiğit dertle gelmiş
Derdini belişelim” Tahir ile Zöhre / Masal – Halk Hikayesi
bendetmek: bağlamak, bağlanmak, sevdalanmak
“Bir top çiçektir ol Türkistan’dan
Şeydalar seslenir gül gülistandan
Geydiğin basmalar Frangistandan
Ne yaman sevdaların bendetti beni” (Aşık Mustafa 1868-1941)
berdi: verdi “Tanrıberdi” Allah verdi
berk: sağlam, katı
berkitmek: sağlamlaştırmak
beşirlemek: başarmak, bir düzene koymak
bilik: civciv
bilişmek: tanışmak, birbirini bilmek “Bilişelim, görüşelim”
biroddan: bir-od-dan, aniden, habersizce
bir maafir: bir süre
bişi: yaşda kızartılan içsiz çörek
bişirik: harç
bıçkı: küçük otları kesmek için kullanılan alet
bıdılış: küçük
bıldır: geçen yıl
bıyahdan / bayahdan: demin, biraz önce
bızalamak: buzağılamak
boranı: yeşil fasülye ve bulgurdan yapılan sarımsaklı yoğurt dökülerek yenen bir yemek
böğ: büyük zehirli bir örümcek
böğürmek: yüksek sesle bağırmak; manda, camız gibi hayvanların ses çıkarması
boruç: küçük su testisi
boydah: başıboş, başı bağlanmamış, evli olmayan erkek
böhdan: yalan, iftira
burs: sis (Erciyes’i duman aldı, burs aldı / ağıt)
bun: sıkıntı, bunaltı, hastalık (Allah, bun vermesin / alkış)
bürgü: kadın baş örtüsü
Tarlam kızımın yeri
Varır tarlayı gezerim
Yüz bürgülü, göz zülüflü
Kaşında kaldı nazarım” Ahmet ile Emiş’in ağıdı
bürük: kadın baş örtüsü
büvelek: bir yaban sineği
bahanah: hayvanların diz kapağı
bahraç: su kabı
becit: atik, şahbaz, becerikli
beniz; yüz, çehre
bicik: dana, buzağı
boduh: deve yavrusu
boğasah: ineğin boğa istemesi
boğunuh: sesi boğulmuş kişi
bolagaç: küçük taşlardan (mıcır) yapılmış döşeme
boncuk:
-Yerde ne var?
-Yer boncuk.
-Gökte ne var?
-Gök boncuk.
-Anneyin adı ne?
-Fatmacık.
-Kaldır beni hoppacık hoppacık / Çocuk oyunu – tekerleme
boy: çemen ununun tanesi
böcük: böcek
buhağı: hayvanların ayak bağı
buğu: buhar
bulamaç: undan yapılan ve içine pastırma, peynir ve mercimek katılan yemek
büküş: viraj
bülük: çocuğun erkeklik organı
bürüncek: baş örtüsü
C
cağşamak: omuzun ve sırtın tutulması
cahal: cahil
“Gürcü Ağmemmedim gürcü
Yaz gününe yağar kırcı
İki cahal harb eyledik
Kesildi yoldaki yolcu” Taçınlı Mehmet’in Ağıdı
cangama: şamata, şakalaşma “cangama çıkarmak” deyim
cavlamak: deri değiştirmek, kavlamak
cekcek: geveze
cerek: uzun değnek
cibit: çabuk “Bir cibitte yapmak” deyim
cikciki: halının ince kenarı
cilbır: pişmiş yumurtanın üzerine sarımsaklı yoğurt, salçalı biberli yağ katılarak yapılan yemektir.
cin dalı: ağacın en uç dalı
cingil: tutam, salkım
culuh: hindi
cülüs: beter, daha kötü
cağ: ağılın etrafındaki çit
cibinnik: sinekten korunmaya yarayan örtü
cıngar: kavga, dövüş “cıngar çıkarmak” deyim
cınnah: tırnak “Abi, abi, o sürtüştürdüğü keman ya cınnahladığı ne?” Keman ile Kanun / Fıkra
cısın cısın/ cusun cusun: kısım kısım “Mancusun Muncusun insanlar cusun cusun” Halk sözü
cızı: çizgi
“Erzurum’un yolları cızıdır cızı
Elinde kalemi, dizinde cüzü
Bir mektup gönder, şad eyle bizi
Mender cenklere gir aslanım
Sağ selamet gel aslanım” 93 Harbi Hasan’ın Ağıdı
Ç
çabıhın: acele edin
çabıt: bez parçası
çağa/çağ: evde banyo görevi yapan küçük bölme
çahıldah: kışlık hayvan yemi
çalgı: karamık çalısından yapılan süpürge
çalhama /çalhamaç: ayran
çalhanmak: duş almak, suya girip çıkmak
çalıh: eğri
çalınma: felç olmak
çaman: çemen
“Asker karısıyım yaktığım saman
Halının başında katığım çaman
Sensiz derdime olur mu derman?
Aman halıcı bey kaldır halını” Asker ağıtları
“Gurbette vatanı yaman özledim
Yine acıkınca çamanı özledim” Hal Tercümesi /Behçet Kemal Çağlar
çangal: zayıf, çelimsiz
çar: hanımların uzun baş örtüsü
çardah: yüksek eyvan
çarhıt: külüstür, eski eşya
çarıh: eskiden ayakkabı olarak kullanılan bir giyecek
“Ebemin bir çarığı var
Dağı taşı tutar, suyu tutmaz” Bilmece
çav: büyükbaş hayvanların erkeklik organı
çavmak: aydınlanmak
çavdırıh: yabani çavdar
çavsıtmak: bir karardan, bir sözden dönmek
çayan: bir tür böcek
çebiş: bir yaşındaki keçi
çej: çeç, tahılı samandan ayırmak işi
çellemek: ölmek ( Çellemeyesin emi / alkış)
çelme: düğüm
çemkirmek: büyüklere karşı saygısızca davranmak, konuşmak
çenilemek: Köpeklerin acıyla çıkardıkları ses
çengar: bakır kaplarda oluşan zehir
çentmek, çentik: gedik açmak
çıbıh: ince değnek
çiçi / çiçiğız: karışık, taranmamış saç, pasaklı insan
çiğmek: hatırlamak “Andım, çiğdim”
çiğrimek: üşümek, titremek
çik: aşığın çukur yeri
çikeçik: Aşık oyununda bir aşığın çıkıntılı kısmı ile diğer aşığın delikli kısmının gelmesine denir.
çilenmek: nemlenmek, buharlaşmak
çimmek: akarsuda yıkanmak
çipil: su çayırı
çıçıh: dikenli çam ağacının dalları
çipli: ince söğüt dalı
çit: pamuklu giysiler; baş örtüsü
çiş çiş: çocuklara işetme sözü
çiş etmek: çocuğun işemesi
çıhı: bohça
çıngar: kavga, döğüş
çıngı: ateş, kıvılcım
çıpgı: halıya vurulan sıra boyası
çırıh: su oluğu
çırpma: kuru mercimek ve ince kıyılmış pancardan yapılan bir yemek, diğer adı pıttırma
çıtah:aniden öfkelenen kimse
çor: nezle
çorahsı: tuzlu
çorahlanmak: çöreklenmek; toplaşmak, bir araya gelmek
çopur: yüzünde çukurlar olan kişi; güçlü, kuvvetli kişi
çot: kötürüm
çöğmen: baston
çöğdürmek: işemek ( Şöfor, arabayı durdur, bizim gelin çöğdürecek / Fıkra)
çömçe: kepçe “aştan çıkmaz kel çömçe” deyim
çömçe balığı: kurbağa yavrusu
çömçöm: ince ve uzun sakallı kişi
çöngeli: Ucu kıvrılmış sopa. Lodak oyununda bu sopayla lodağa vurulur.
çörtük: dağ armudu; çoban yamağı
çörten: tarihi yapılardaki su oluğu
çötürük: zayıf, çelimsiz
çözgü (çezgi): halı malzemesi
çulha: kilim dokuyan erkek
D
dabaz: vücutta kırmızılıklara sebep olan ve tedavisinde pekmez kullanılan bir hastalık
dadıtmak: tatlandırmak, tatıtmak
dağarcıh: çobanın azık torbası
dal: sırt, arka
“Hürüden de kırık belim
Dalından tutmuyor kolum
Anası başına gelmiş
Yüzünü yalıyor zalım” Türkmen Ağıdı
dalıhmak: dalmak, kendinden geçmek
dalap: dişi atın erkek istemesi
dandırmak: sabahın ilk ışığının vurması
(sabahınan dandırırım / türkü)
dangırdah: hayvanların boğazına (koyun) takılan bakır çan.
dan yeli: tan yeli
dan yıldızı: tan yıldızı
daş / daşlık: dış , dışarı “Daşdan ölçerim. Daşlık ölçerim” Dıştan (dışarıdan) ölçerim.”
demirönçe: dağlarda yetişen ve yakacak olarak kullanılan bir bitki
dardar: Bir çocuk oyunu İsminin darı darı’dan geldiğini sanıyorum.
değirmi: yuvarlak desdeğirmi: yusyuvarlak
dekin: kolay (Akmescit’te) “Bir dekin dekin gelemez.” (kolay kolay) Hadi Kocayiğit /Akmescit
demirdelen: ağaçkakan
denneşmek: toplanmak, derneşmek
denk: pastırma kurutmaya yarayan alet; kurutmalık
depretmek: kımıldatmak
dermaa: elde ve yüzde oluşan bir deri hastalığı
derdikmek: dertlenmek, hüzünlenmek
dermek: toplamak, derlemek
deşirikli: düzenli, itinalı
deşirmek: toplamak, devşirmek
(Atlar gelir fışır fışır
Zabidimin donu yeşil
Zabit seni vuracaklar
Aklını başına deşir / ağıt)
dıhım: bir parça, bir sokum
dıvrak: kıvrak, zayıflamış kimse
dikeç: halının dik tahtası
dikme: fidan
dinelmek: ayakta durmak
direz / direzin: bir tür halı ipi
ditmek: ayıklamak, seçmek, parçalamak
diyeşet: deyiş, aşıkların söyledikleri nağmeler
dırıl /tırıl: kalın bir bez cinsi
dıvramak: hafifleşmek, kıvraklaşmak
doğnuh: yünden yapılmış şalvar
dolah: çarığın üzerine dolanan bez
dolaz: kavrulmuş undan yapılan bir muhallebi
dombalah: takla atma
don: elbise
(Mor donlu çiçekler kokar Bünyan’da / Aşık Harbi 1925-1982)
“Hay ne idim, ne idim Yedi donlu bey idim” Bilmece
döl: yavru
dölçek: kuzu doğumunda çobana hediye olarak verilen kuzu
dölek: ova, düz arazi; düzgün, doğru “Tahsim dölek padişahım, demiş.” Delioğlan /Masal Ağcalı’nın yolu dölek
Kanlar kusmuş gölek gölek
Yarın emmileri gelir
Saçını eline verek” Zekiye Gelin’in ağıdı
döş: göğsün başı
döşlemek: göğüs germek, direnmek
döşürmek /deşirmek: toplamak, devşirmek
“Bak bostandan gönlüm döndü
Ham çağlalar yere indi
Gelinler kalbura bindi
Hemen döşür, hemen döşür /Aşık Mustafa (1868-1941)
dönümsüz: kaba saba yürüyen
dulda: gölgelik, kuytu yer
duluh: yanağın alt kısmı, kulak altı
dübek: sumak ve küncü dövülen alet
düğü: bulgurun ufağı
dünür: dünür
dürüm: ekinin toplanmış hali
düşündürük: çok düşünen, düşünceli
düve: iki yaşını geçmiş dana
düzeklemek: düzeltmek
düzen: evlenecek kızın çeyizindeki eşyalar
E
ebe: büyükanne; çocuk oyununda seçilmiş oyuncu
ebemguşağı: gökkuşağı
eci: büyükanne
edeleşmek: tartışmak, ağız kavgası yapmak
edik: çocuk ayakkabısı “Aliye edik, Veliye düdük etmek” deyim
“Fatma ayağına giydi Maraş ediği
Adım Aliosman çektim tetiği
Aldım Fatma’yı da aştım gediği
Akşama Hamidiyeye varalım atım” Ali Osman Ağa’nın Türküsü
editlemek: tekrarlamak; bir olayı araştırmak
eğeş: tandırın içini karıştırmaya yarayan demir
eğlençüş/ çöğlençüş: tahterevalli
eğleşmek: yavaşlamak, beklemek
eğseri: büyük çivi
eke: kibirli adam
ekmek mantısı: doğranmış ekmeğin üzerine yumurta ve yağ dökerek yapılırdı.
ele mi: öyle mi?
elcek: tırpanın elle tutulan yeri ; hanımların mutfak malzemelerinden (eli elcekli gelin / kolu kolcaklı gelin : türkü)
ellaham: herhalde
elbir: ihbarcı, dedikoducu
ellik: erlik, sahur
elöpen: kertenkele
em: ilaç
emenmek: özen göstermek
emlik kuzu: ilk doğan kuzu
emmi: amca
“Saatin kösteği sarı
Çor vurası kanlı doru
Eşim desem iller kınar
Müşir benim emmim oğlu” Kavaşoğlu Musa Bey’in Ağıdı / 93 Harbi
en: küçükbaş hayvanların kulaklarına vurulan işaret
enemek: koyunun kulağına en açmak, kulağının bir parçasını kesmek
enek: Çocuk oyunlarında kullanılan yassı taşlara denir.
enik: köpek yavrusu
engezlemek: düzenlemek, yoluna koymak
enikmek: sakinleşmek, durulmak
eprimek: erimek, eriyecek gibi olmak
erik hakı: kurutulmuş erik, yarma
erik erinmek: üşenmek
erincek: üşengeç
erişte: ince kesilmiş hamurun yağda kızartılmasıyla yapılan yemekler (mantılık ya da çorbalık olarak)
erkeç: bir tür keçi
esti: büyük yenge, abla, yaşlı kadınların birbitine hitap şekli (asiye-sti)
eşgin: atın tırıslı rahvan yürüyüşü
evcimen: ev işlerinde becerikli kadın
evedi: acele, çabuk
evek: acele eden kimse
evmek: acele etmek
evirmek: döndermek “Evirdim, çevirdim”
evmek: kötü yolda başkasını taklit etmek; acele etmek
evdirmek: aceleye getirmek (ivdirmek biçimi de vardır)
evsin: pusu, tuzak yeri
eyaa: eye kemiği
eyaası kalın: anlayışı kıt
eylan: ilan
“Rafetim sürer yaylı
Dolusu dizginde kaldı
Adana’da eylan oldu
Ne ded’ola Emmisi oğlu” Rafet’in Ağıdı
eyle: öyle
“Sabahınan çıktık yola
Bakamadık sağa sola
Kör olasıca Efraim
Acep eyle dedi m’ola” Menşur’un Ağıdı
F
fahı: fakih, hoca, yaşlı ve olgun kişi
“Ufak ala boz sekiler
Salaa veriyor fakılar
Heveslikli dezzem oğlu
Bir öper bir kokular” Battal oğlu Alinin ağıdı
felfeli: ortaklaşa kurulan kır sofrası
fereca: ferace, kürk, elbise
ferik: palazlanmış tavuk
feriç: keklik yavrusu
fingirdemek: oynaşmak, çirkince gülmek
firez:ekinin biçildikten sonra toprakta kalan kısmı “Fireze bas, kara bas” Atasözü
“Evinize ben varacaam
Varamıyom firezden amman
Yenile bir yar sevacaam
Şimdi değil birazdan amman” Evinize varacağım / türkü
fışgı: hayvan pisliği; mecazi anlamda kötü kadın
G
gaba guşluh: sabahla öğle arası
gabasahal: Kabasakal otu ve ondan yapılan yemeğin adı.
gabala almah: bir işi götürü usülü almak
gada: dert, bela, musibet, iyi dua sözü : Gadasını aldığım.
gadana: bir cins dayanıklı at, Uzunyayla atı.
“Sürerim sürerim gitmez gadana
Fransız kurşunu değmez adama
Benden selam söylen Şıhbabama
Vurun Türk uşağı Antep gidiyor
Vurun Kürt uşağı namus gidiyor” Antep Türküsü / Mehmet Sıtkı Işıtır
galenfil: karanfil
“Ben bir çift güvercin olsam
Çadırın burcuna konsam
Soyunsam koynuna girsem
Eli galenfilli gelin.” Karanfil Halay Havası
garagış: aralık ayı “Gara gış karada, zemheri arada, ille de gücük, ille de gücük” Atasözü
gardaş: kardeş
“Pınarın başına bastı bağladı
Kesti parmağımı ciğer dağladı
Suçum nedir gardaş diye ağladı
Suçum yoktur gardaş bildir bileyim” Hürü Gelin / Halk Hikayesi
garipsidim / garisbidim / garipsedim: özledim
“Garisbidim seni bizim eller / Aşık Ali)
gayfe: kahve
“az gider, uz gider
dere tepe düz gider
alt’ay bir güz gider
lale sümbül biçerek
gayfe tütün içerek
gar dizde garpuzun turfandasını yiyerek” Bey Böyrek / Halk Hikayesi
gaygana: yağda pişrilmiş yumurta
gamalah: erkek keklik
gazah: erkek kekliğe verilen bir başka isim
gan gun (ikileme) : kan kun, kan ve kana benzeyen şey
ganıhmah. bir şeyi yapmak için çok arzulu olmak
gallanguç, gıllangıç: kırlangıç
galle: buğday ile çavdar karışımı
galle: lahana yapraklarının pişirilmesiyle yapılan yemek
gav gibi: hafif
“Geriden baktım dağ gibi
Yanına vardım gav gibi” Bilmece
gavurga: buğdayın kavrulmuşu “Öğsüzün cebine gavırga goymuşlar, ısıcak diye geri dökmüş” Atasözü
gaydalı: kaideli, endamlı yürüyüş
“Hadi benim edalı muazzezim
Bülbül gibi sedalı muazzezim
Yürüyüşü gaydalı muazzezim
Her sözü faydalı muazzezim” Muazzez Türküsü
gebik: verimsiz toprak
gebre: kıldan yapılmış kaşağı
gece ohdı: gece vakti, geceleyin
gedene: bahçelerdeki kendiliğinden oluşmuş yükseltiler
“Tanrı uludur, Tanrı uludur
Nazile gedene malla doludur” Türkçe ezan / Fıkra
gegavın: bir tür yaban sineği
gejgere: saman taşımaya yarayan tahtadan yapılma alet
gelek: kakül geleni: tarla faresi
gelenece / gelecene: gelinceye kadar
“Yıldızı dışarı çıkartma
Ben suyunu getiririm
Ali Efendim gelecene
Üç bebekle otururum” Zekli Ali Efendinin ağıdı
gelep: bir tutamlık halı ipi
gendime: dövülmüş buğdaydan yapılan yemek, keşkef
genneşmek: gerneşmek, gerinmek
gever: bahçeye açılan su yolu
gevrek: gevremiş olan
geygicek: giyecek
geyrek: son kaburga kemiği
gıcımıh: dilinin altındaki bakla, asıl söylenmek istenen şey “dilinin gıcımığını almak” deyim
gımışlamah: kımıldamak
gıncıfıllı: pürüzlü, problemli
gınnap: kenevir ve ketenden yapılmışkalın ip
gınnav: dişi kedinin erkek istemesi
gıpramah: kımıldamak
gırıh: sevgili, dost “Anayın sevdiğine gırıh geldi” Bey Böyrek ile Has Yusuf / Masal
gırışmah: mağrurca gezmek; paylaşmak (argo)
gırşmah: kesmek,
“Tren gelir harlıyarah
Ağ konağı parlayarah
Tren bir yiğit gırşmış ki
Al mendili sallıyarah” Üzerlik Köyünden bir gencin ağıdı
gıtma mantı: bir mantı çeşidi
gızmah: ısınmak
gicin: meşale
gidik: keçi yavrusu
gidişmek: kaşınmak
gizir: köy bekçisi, çok gezen, serseri, başıboş
gocuh: çobanın meşin giysisi
gocunmah: bela aramak
goçsamah: koyunun koç istemesi
golpe: körpe, kuzu “Gücüğün arpası, mardın golpesi (kuzusu)” Atasözü
gopmah: koşmak “Fatma! Gop, gop, gop! demiş” Gop Gop / Fıkra
gosdah: cilveli, nazlı “Kız nişanlın geliyor, godah gosdah yörü” Navrız Gelin / Türkü
govürmek: koyvermek, boşlamak, bırakmak
gozalah: yeşil kabuğundan soyulmuş ceviz
göden: sığır midesi
göğ öğsürük: boğmaca
gökgebe: şişman, karnı şiş insan
gölerdi: göllendi, toplandı
gölük / golik: yük hayvanı
gömeç: bir ot türü
gömeçlemek: kıvrılmak, yığılmak
gövermek: yeşermek
göynümek: hafifçe yanmak, sararmak
gözeklemek: gözetlemek
gubarmah: şişmek, böbürlenmek “Gubarır, gubarır, odayı doldurur, şişer.” Nigar ile Bahtiyar/Masal
gubuduh: yalan
guccük: küçük
“Güccük eşşeği çulla
Gidemezsen haber yolla
Ne durursun Duran Onbaşı
Bağı yedi Kör Abdılla” Aşık Mustafa
guçam: iki avuç birlikte, kuçam
guddül: serseri, başıboş
guddülleşmek: serserileşmek, güdülleşmek
guman: şüphe
gumanlanmak: şüphelenmek
gunalamak/ gulunlamak: atın yavrulaması, kulunlamak
gunnamah: kedi ve köpeğin doğurması
gurk: yumurtaya yatmış tavuk
gusgun: kuyruk altından bağlanan hayvan kayışını bağı
guşaane: tencere
guzay: kuzey
gücün: zorlukla, zor biçimde “Acın yatıp gücün kalkmak” (bir işe başlamaya güzü olmamak) deyim
gücük: şubat (Gücüğün onundan mardın sonundan kork / atasözü)
güdük: kısa
“Güdük gelin gelir sabah
Ne pancar kaldı, ne kabah
İnanmazsan pürüne bah
Hemen döşür, hemen döşür” Aşık Mustafa
günülemek: bir kimseyi kıskanmak, çekememek
güre: dişi eşeğin erkek istemesi
gürelemek: heveslenmek
güvaa: güveyi, damat
“Gelin geldi ağ odaya yaslandı
Elimde mendilim yaşlan ıslandı
Güvaayı görünce camız boşlandı
Sarı camızdan sol böğrümde yaram var” Süksün köyünde damat ağıdı
güveç: patlıcan ve etin güveçte pişirilmesiyle elde edilen yemektir.
güvencir: güvercin
H
hamıt: hayvanların boğazına takılan kayış halka “Ne olacak demiş, çırak kayışı çattı, balığı sırtıma hamıt yaptı.” Hayvanlarla Konuşan Adam / Masal
hakık: yarma, erik, elmai kayısı kurusu, kakık
halberi: uzun süre, bir süre
halı zili: ikileme, halı ve halının küçüğü zili
hangırdamah: gereksiz yere gülmek
hapan: iki avucun aldığı miktar
hapın galmak: yalnız kalmak
harıs:boş, sürülmemiş tarla
harar: büyük çuval
“Karşıda harar durur
Zülfünü darar durur
Kızın gönlü olunca
Oğlanı arar bulur” Sıktırma Halayı
haşa: büyük çuval
haşat etmek: perişan etmek
haşlama: pancarın suda kaynatılmasıyla yapılan bir yemek
hatlamış: atlamış
havlu: avlu “Havlusu sallı, bucağı ballı yere nasip olasın” alkış
havşat: perişan “havşat olmak” deyim
haybatçı: yaygaracı
hay olmak: haberli olmak
hazınevi: mutfak
hecin: erkek deve
hecirget: tandırın ocak demiri
hedik: kaynatılmış buğday
heftiklemek: şaşırmak
hekaa: hikaye “Hekaa hekmiş, çamura çökmüş
Çektiydim, kuyruğu kopmuş” Masal tekerlemeleri
helik: duvar örerken araya sıkıştırılan küçük taşlar
heral: herhalde
herk / hirk: nadas
heren / hereni : on çiniklik buğday kazanı
hevenk: bir üzüm cinsi
hıhırdah: kuyruk yağının posası
hınazalanmak: kıskançlıktan ötürü huysuzlaşmak horata: şamata, şakalaşma (Horatayı zorataya çevirmeyin / Yani şakalaşırken işi kavgaya döndermeyin. / atasözü)
horum: bir orakta çıkarılan ot, orum.
Horanta: ev ahalisi
horasan: yumurta akı, kireç, keçi kılı karışımından yapılan bina harcı
hoşmacı: dalkavukluk eden kişi
hozan: sürülmemiş tarla
I
Ibdıki:önceki
ıgralanmak/ ırgalamak: sallanmak, sendelemek
ılavgar: geveze, lafçı (ı-laf-gar)
ılıman: ılık
ılıngaç: salıncak
ılfıdın: rafadan yapılmış yumurta
ışgın: dağlarda yetişen bodur bir söğüt cinsi
İ
İbik: bir nesnenin uç kısmı
içirik: çok ufak yün cinsi; eskimiş elbise
iki taşın arası: çok kısa bir süre “İki taşın arasında eve varıp gelmiş”
ilağan: leğen “Anana her yer ilağan görünüyor gadasını aldığım demiş. Fıkra
ilağançe: küçük leğen ilengeç: yengeç
ilenmek: dilenmek
ilişmek: hafif dokunmak
imiroğlu: bahçelerin sulama işini düzenleyen halktan görevli kişi
irişgi: sucuk
ireyhan: reyhan
“Çayıra serdim halı
Boyu irayhan dalı
Maşşallah den komşular
Kimin var böyle yari” Mani
issiz: ıssız, boş
“Duz kabını duzsuz koyan
Anasını gızsız koyan
Böyük evi issiz koyan
İşte koyup gidiyom” Kına türküsü
işlik: halı malzemesi satılan yer; içten giyilen iç gömleği
işkillenmek: şüphelenmek
it dirsağı: arpacık hastalığı
iv: elde yün eğirmeye yarayan alet
ivitlemek: ayıklamak “Anası, önündeki arpanın taşlarını ivitler.” Aydoğdu ile Gündoğdu /Masal K
kalın: gelinin çeyizi, başlığı
kancık: dişi
kapısga: lahananın içine pirinç doldurularak yapılan bir sarma türü katıhlaş: Taranaşının yazın soğuk yenen cinsidir.
katkı: vurmak, itmek
kavurga: buğdayı kurutarak yapılan bir yiyecek “Kursak kavurgasını istiyor” (özlemek) deyim
kazak: Bünyan’da bir halı modeli
kazgan: selin meydana getirdiği çukur
keçe: karşı taraf, yaka
“Evkere’den çıktım yüzüm peçeli
Düşmanlar oturmuş iki keçeli Alt’ay oldu ben yarimden geçeli” Bürüngüzlü Gelinin Ağıdı keçeşmek: hissizleşmek (organlar ve dokular için)
kekremsi: ekşimsi
kele: seslenme sözü “Aman kele” “Ne var kele” gibi
kelle: buğdayın başağı; altı metrekarelik halı
kendir: hayvan ipi
kepenek: kelebek; evin yüksek yerlerindeki bölmeler
kepmek: ağız üstü düşmek
kepir: kurumuş toprak kabuğu
kerer: evlerin altındaki inlere verilen isim
“Neden yaslı durun, derdini söyle
Kaç yıldır yatarsın burada böyle
Seni kim defnetti kererin önüne
Söyle kuru kafa nereden geldin?” Aşık Zekli Mesut (Gülmez -1936)
kerpiç: kerpiç
kertik: küçük çukur, iz
kertmek: halının her sırasını düzenlemek
kertilmek:böbürlenmek, gururlanmak
kervangıran: kervan yıldızı
kesek: parça
keşkef: gendime
kete: içi yağ ve unun kavrulmasıyla yapılan çörek
ketkoda: geveze, caka satarak konuşan
keyveni: aşçı kadın
kezek: tezek
kiçi; küçük
kirkit: halı ipini sıkıştıran tarak
“Vur kirkidi inlesin
Yürek seni dinlesin
Halının direğine
Koy başın serinlesin” Halı Manileri
kilar: mutfak
kirmen: yün eğirmeye yarayan alet
kişiflemek: gözetlemek, keşiflemek
kitlek: tandırda pişirilen kurutulmuş ekmek
kırkmak: hayvanlarını yününü kesmek
kırklama: Çocuğun kırk gününü doldurmasıyla yapılan inanç gösterisi
kırpıh: halı ipinin artıkları, kırpık
kısnık: pinti
kızınmak: ısınmak
kongurdamak: ağaçlardan çıkan rüzgarın sesi
“Gaziler gaziler de hey gaziler
Ardıç kongurdar da çamlar sızılar
Sılada arzular emlik kuzular
Kalk gidelim gardaş sılaya doğru” Gaziler Türküsü
konneşmek: kengeşmek, bir araya gelmek, toplanmak, istişare; mecazi olarak bir şey yapmadan oturmak
konuk: misafir “Hazıra anıh, pişmişe konuk” Atasözü
kölen: çukura konan kuzuların üstü örtülü barınağı
kölgenlik: gölge
kömmek: gömmek
kömme: külde pişmiş tandır ekmeği, kömbe
köp; kağnının bir parçası köpüme: yünün köpürtülmesiyle yapılan yelek
köme: kurt öldürmek için yapılan üstü kapalı çukur; küme, grup,öbek
“Egenin içinde adalar köme köme
Kaşındı mı sırtın Yunanlı gene
Türk’ü bilmezsen sen sor dedene
İnanmazsan aç tarihi oku Türkleri” Aşık Kavlak (Mustafa Kavlak)
körelemek: fırlatıp atmak
köşker: ayakkabı tamircisi
“Çavdarımız olmuş köşker ipliği
Ne hoş öter Koramaz’ın kekliği
Kabarmış da Bayraktar’ın Türklüğü
İle karşı kavga eder ağalar” Aşık Mustafa
kötelemek: fırlatıp atmak (taş, deynek vs.)
köynek (göynek): gömlek, iç çamaşır
kuğlek: yoğurt konan tahta kap, küğlek
“Çadırına vardım elinde kuğlek
Sıvamış kolları ne beyaz bilek
El ele verek de gel bize gidek” Çadırına Vardım / Türkü
kurum: is, isten doğan zift
kutur: bir ağacın enlemesine genişliği
kuşkuş: Bulgur ile unun küçük yuvarlaklar getirilmesi ile suda kaynatılması sonucu yapılan yemektir
kuzay: kuzey
“Kuzayını bürür Elos Yaylası
Güneyini süsler kaysı meyvası
Derde deva derler esen havası
Güzeller nişan takar Bünyan’da” Aşık Harbi 1925-1982
küçen: dişi köpeğin erkek istemesi
kücü: halının ortada bulunan yan tahtası
“Yumak yumak sararlar
Kücülere asarlar
Sabahları yumuk gözler
Çıpkıları vururlar” Aşık Ali
künde; her gün (ikileme biçimi: künde künde, her gün)
küvle: tandır deliği
kürtük: kar yığını kürtün: semer çeşidi
küng: çömlekten yapılan su yolu
L
laf şor: laf söz
libade: üç eteğin üzerine giyilen kadın yeleği
lodak: Poloya benzeyen bir oyundur. Lodak, bu oyun küçük topa benzeyen ağaca verilen isim olduğu gibi oyunun da adıdır.
M
madımanah: madımak otunun satır ile dövülerek kıyma, bulgur ve yağ ilavesiyle yapılan yemektir.
mahle: mahalle
“Mahlenizden doğru geçtim
Çeşmenizden bir su içtim
Yetiş Burhan gardaş yetiş
Kafirin tuzağına düştüm” Mümtaz’ın Ağıdı
malağma: samanla tanenin karışık şekli
malamat: perişan, rezil “Malamat olasın” Kargış
marmara: marmelat, kaysı reçeli
maasil: kaysının olgunlaşmış hali
maasimek: önemsemek, mühimsemek
maşalla: bahçenin ekilen bölümleri
mazer: mezar
“Mazerimi derin eylen
Su serpin de serin eylen
Ben gidiyom gelmem gayri
Selamet’i gelin eylen” Hakkı’nın Ağıdı
mazgal: kömenin gözetleme deliği
mazı: kağnının dingili
mecek: ucu demirli bir deynek
menik: halı ipinin sarılmış biçimi
meses: uzunca bir deynek, asa
micoz: Çocuk oyunlarında kullanılan yuvarlak taşlara verilen isim
miso: eskiden hanımların giydiği nir etek
mitil: içi köpüme, yünden yapılan yorgan
mıdırga: küçücük, ufacık
mısmıl: eti yenebilen hayvan
mıstantık: mustantık, sorgu hakimi
“Mezarımı delik delik deldiler
Ciğerimi belik belik beldiler
Bir beliğini mıstantığa verdiler” Bürüngüzlü bir gelinin ağıdı
modul: eşeği sürmek için kullanılan ucu çivili değnek “Eşşeğin boynuna vermiş ki modulu, isterse eşşek ölsün, umurunda mı?” Hayvanlarla Konuşan Adam / Masal
mudara: minnet
munus olmak: pişman olmak, hasret kalmak
musur: hayvanların yem yedikleri yer
“Camızı bağladım musura yakın
Camız beni vurdu yassıya yakın
Gelin konşular da halime bakın
Sarı camızdan sol böğrümde yaram var” Süksün köyünde damat ağıdı
muşta: bahçe evleklerini ayırmaya yarayan tümsek
“Karanfilim muştalanmış
Duydum ağam hastalanmış
Benim derdim üstelenmiş
Eli karanfilli gelin” Karanfil Halay Havası / Ağırlama
müzevillemek: müzevirlemek, ihbar etmek
N
naahıt: ne vakit
naharacı: yaygaracı
neçe: ne zaman
“Bugün günlerden salı
Neçe bitmez şu halı
Saçlarıma ak düştü
Kime bunun vebali” Aşık Ali Halı manisi
neddin: ne ettin
“Uyudum uyandım
Ben bana ettim
Gülünen nergis
Yarimi nettin?
Altın şamdan
yanar gördüm,
Gümüş şamdan
Döner gördüm
İçinden bir kız
Ah çekip ağlar gördüm” Gül ile Nergis /Masal
nemarek: neme gerek
neşaal: ne şekil
nevzine: don yağı ve pekmezden yapılan bir tatlı çeşidi
nittin: ne ettin, ne yaptın
“Kızılırmak parça parça olaydın
Her parçanı bir diyara salaydın
Sen de benim gibi öksüz kalaydın
Kızılırmak nittin allı gelini
nasıl aldın, allı pullu gelini” Kızılırmak Ağıdı
nideceksin: ne edeceksin, ne yapacaksın
“Bacadan aşıyor asmanın dalı
Gelin nideceksin bu kadar malı
Zengin olsan fakir olsan ne çare
İşte görünüyor dünyanın halı” Kozalı Gelin / Türkü
niynemeli: ne yapmalı, ne eylemeli
nöorüyon: ne yapıyorsun, nasılsın “Nörüyon öküz gardaşlık demiş” Hayvanlarla Konuşan Adam /Masal
O
ofartmak: yalan söylemek, abartmak
ohra: hayvanların sırtlarında görülen zararlı bir kurtcuk
ohuyucu: düğünü haber veren, davetçi
onmah: düzelmek, iyileşmek, derman bulmak
orçum: geveze, çok bilmiş geçinen
ossuruk: gaz çıkarma
oşşuhcu: yağcı, yaranmaya çalışan
ovmaç: tereyağı ve pekmezin kaynatılıp doğranmış ekmeğin üzerine dökülerek yapılan bir yemek
Ö
ök: örk, hayvanı yere bağlamak için kullanılan alet
öklemek: hayvanı yere kazıkla bağlamak, örklemek
öndüç: ödünç “Öndüç güle güle gider, ağlaya ağlaya gelir” Atasözü
öndüçleme: davarcıların kendi aralarında sütü sıra ile toplamaları
“Öndüçleme koyun sağar, süt alır
Dilkisi var, kümeslere dadanır
Sana hasret olan gadan alır” Aşık Ali
örüm: ince kamışlardan yapılmış çit
“Bulut gider Uruma çek koyunu örüme
Bulut gider Şama, çek koyunu dama” Atasözü
ötürük: sulu amel
öveç: üç yaşındaki koç
öz: iki dağ arası
özürab: iltihap, özür suyu
P
pace: baca
“Pacede bayrak esiyor
Celal çimento kesiyor
Gahın gedin emmileri
Sanki Celal mi küsüyor” Celal’in Ağıdı
palazlanmah: irileşmek, tüylenmek (kuşlar için)
palas pandıras: patır kütür
pancar çırpması: kıyılmış pancar ve mercimekle yapılan bir yemek
partal atmak: hava atmak, böbürlenmek, yalan söylemek
pantol: pantolon
“Haki pantol giyince dar demedin mi
Talime çıkınca zor demedin mi
Azrail de gelip canın alırken
Sılada nazlı yarim var demedin mi” Asker Ağıdı
pasa: davulcunun topladığı bahşiş
patlah: plastik bidon “Tamam hocam, sana iyi bir patlah verelim.” Patlak / Fıkra
papah: Eskiden giyilen bir erkek başlığı, bir tür kalpak
“Ziyam hükümetten çıkar
Papağı bir yana yıkar
Hükümetin kapısında
Döne döne halay çeker” Kibarın Uşaklarının Ağıdı
pavhırmak: ateş saçmak, ateş püskürtmek, Mecazi anlamda çalışmak, atik olmak
pehli: kaburgadan çıkarılan et
peşgir: havlu
pevrende: salça
pinnik: kümes
piren: bodur orman, maki
“Ormanlarda olur piren
Yaprakları peren peren
Bizim sayı birdir bellen
Bunlar yüzük şaşkınları
Oynarlar akşamdan beri” Yüzük Oyunu Türküsü
pırçak: mercimek topağından yapılan bir hayvan yemi
“Tarlaya da ektim pırçak
Avrupası kucak kucak
Kederlenme Hakkı oğlan
Mustafa var, batmaz ocak” Hakkı’nın ağıdı
pıtıh: küçük kızların kızlık organı
pıtırah: tutungan bir ot
pıtırah gibi: çok, çok fazla
pıttırma: çırpma (yemek)
poşa: boşa, boş yere
“Köpeğin de cinsi olur
Dedikleri çok doğrudur
Mayasında çingen olan
Poşa gelmiş poşa gider” Hamdi Üçok 1900-1980
poşu: hanımların ve erkeklerin kullandığı bir tür baş örtüsü
“Poşunu eğdirmişsin
Gaşına dağdirmişsin
Gayet güzel değilsin
Kendini sevdirmişsin” Navruz Gelin Türküsü
“Gene dumannandı şu Kars’ın başı
Gözümden ahıttın kan ile yaşı
Ben niynemeliyim bir tek çorabı
Benim istediğim şu telli poşu” Türkmen Beyi Deli Musanın ağıdı / 93 harbi
“Beş liralık poşu almış
Bağları dolanı dolanı
Deli Ahmedim harb ediyor
Kana beleni beleni” Ahmet ile Emiş’in Ağıdı
pöçü:hayvanın kuyruk kemiği
pörsümek: bozulmak (yiyecekler için) arıya gitmek
puhağı: hayvanları ayaklarından çatarak bağlamak
puhare: baca
puşta / muşta : bahçenin bölümlerini belirleyen topaktan yükselti
püçüklü / pürçüklü: havuç
pürçek: hanım kakülü, saç demeti
pürlenmek: tomurcuklanmak, yapraklanmak
pürün: dal, budak, ağacın döküntüleri “İnanmazsan pürüne bak” Aşık Mustafa
pürüşmek: bozulmak, arıya gitmek
S
saban: bir tarım aleti
“Koramaz dağı tarlan olsun
Eğer saban geçer ise
Her haneden bir yımırta
Eğer köylü verir ise” Hasan Paşa / Fıkra
sad diyin: çok kere, büsbütün
sağalmak: dirilmek; kuşların uçarken yere doğru hamle yapmaları
sağmen: düğüncü alayı, seymen sağrı: atın kalçası
sahar: hayvanların alnındaki beyazlık
sahar: seher
“Sahar yeli her yellerin başısın
Sabah olsun dan yerleri ışısın
Çiğ düşsün de gül memeler üşüsün
Yarin ak göğsünü döğ sahar yeli
Sen de muradına er sahar yeli Sahar Yeri / Bozlak
sal: çamaşır yıkanan yassı ve geniş taş
salık: haber
“Tren bozdu kılığımı
Alamadım soluğumu
Beni kimse bilemiyor
Kuşlar versin salığımı” Üzerlik köyünden bir gencin ağıdı
salur camızına dönmek: irileşmek, semizlemek
sası: bozulmuş, kokmuş
sasımak: ekşimek, kokmak
sası barlı: bozulmuş ve küflenmiş
savah: aptal, beceriksiz “Boyu kavah, aklı savah” Halk sözü
savah samata (ikileme) : aptal, beceriksiz
savı: benzer, gibi
say: kara taşlık yer
saya: kış dönümünde evde yapılan sayım; koç koyun katımında çoban bayramı
“Hay hayadan hayadan
Yılan aktı kayadan
Açlığımızdan gelmedik
Adet olmuş sayadan” Saya manisi
saya: elbise “Ak saya geyinmiş şu yüce dağlar” Aşık Mustafa
sayağıl: inin önünde bulunan çevrili alan
samı: bir düven aleti
savran: bir kervanın önünde giden, yol gösteren, savuran
“Davran kır atım da davran Sivri’ye davran
Sivri’nin başında da anam bir ulu kervan
Bin beş yüz atlıya olurdum savran
Yakın oylum oylum sivri dağını” Bozlak Mehmet Sıtkı Işıtır
savrum yeli: yaz rüzgarı
sayrı: baş dönmesi, hastalık “Allah, hastalık sayrılık vermesin / alkış”
sayvat: parça, eteğin uç kısmına geçirilen pile
sayvan: örtü, tül
“Bölük bölük oldu beğler
Çekildi sayvanlar tuğlar
Koyun Abdal durmuş ağlar
Gel gitme güzel Kalender” Koyun Abdal (16. yüzyıl)
sazah: soğuk esen bir rüzgar
“Sabahınan düşer sazak
Yağanını almaz kucak
Sevindin mi Dudu Hala
Bizim ocak kör olacak” Rafet’in ağıdı
şeker asidesi: şeker ve nişasta ile yapılır, yemek ve tatlıdır
seki: seki semiz: besili, tavlı
senir: dağ çıkıntısı “Gezdiği senirinen sırt, yediği yoğurdunan süt, lafı da vırtınan zırt” Halk sözü sepgin: karla karışık yağmur, bazen de “sulu sepgen” de denir.
seren: halının en üstteki tahtası serpenek: evin dışa doğru olan çıkıntısı
sevindirik: çok sevinen
siftimek: eti kemiğinden ayırmak; argoda kumarda ütmek
siğmek: işemek “Martta sıçan siğmese, nisanda yağsa dinmese, mayıs da ekinim var diye övünse” Atasözü
silimsi: pancar, bacak turşusu, kıyma ve yağ ile yapılan bir yemek
sin: mezar “Sinine başlatma şimdi”
sinen: sinmiş tam olmuş “İçe sinen bir iş yaptım”
sinilemek: köpeğin inlemesi
sitti: yenge, abla, yaşlı kadınların birbirine hitap sözü
sıda: kaygı, tasa
sıkma mantı: bir mantı çeşidi
sındı: makas
sınıhcı: kırıkçı , sınıkçı
sırıh: ağaçların dallarına vurulan tahtadan yapılma destek
sırıtmak: eşyalar için köpütmek “Yorgan sırıttı” Yorgan köpütmek
sıtmak: korkmak “ödü sıtmak” (çok korkmak) deyim
sıyırgı: kar kürümek için kullanılan alet
sitil: kök, bitki kökü
“Susuz yerde söğüt bitmez
Biterse de sitil atmaz
Elli dene kızım olsa
Zekiye’nin yerin dutmaz” Zekiye Gelin’in Ağıdı
sohu: dibek taşı
soğulmak: çekilmek
sormak: şekeri ağızda eritmek
sormuh: bir tür şeker
sorutmah: ayakta durmak, beklemek
soyah: soy, atalar, asalet
soyha: soysuz, değersiz; ölen kişiden geriye kalan eşyalar
“Elekten elen kınamı
Bağlayın soyka valamı
Çağırın gelin anamı
İşte koyup gidiyom” Kına Türküsü
söbe: oval, yuvarlak; çocukların oyun sözü
söbek: değirmendeki alt taşın ve üst taşın dönmesini sağlayan demir
söve: kapı ve çerçevenin yerleştiği kasa
sumsa/ sumsuk: yumruk
susaşmak: susamak
“Oduncular dağdan odun endirir
Yürük sular değirmenler dönüdür
Kız oğlanın susaşlığın kandırır
Hayıflar, zulumlar Şahmedenlim hey!” Omuz Halayı
suvarmak: sıvamak ; bahçe sulamak
süğsün: ense, tümsek yer, süksün
sümek: eğrilmemiş yün
süraanen: sürü sürü, sürüsüyle…
sürtük: hakaret sözü, çok gezen kötü kadınlar için
süzek: yoğurdun süzüldüğü yumuşak taştan yapılma süzgeç
Ş
şahbaz: becerikli, canı tez
“Hoşaf kaynar boruçta
Çok zor olur oruçta
Haydin şahbaz dokuyak
Kim geçecek yarışta” Halı manileri
şahne: zabit, subaşı, bekçi
“Arıstahda tahla mahla
Ne nohud goydu ne de bahla
Avrad, yağ çölmeğini sahla
Şahne olmuş güdük sıçan / derleme şiir)
şahmedenlim : şah-ı merdan alim
“Şahmedenlim bu yıl burda kışlasın
Dikenin yerine ak gül aşlasın
Küçücük kuzuyu Hak bağışlasın
Hayıflar zulumlar Şahmedenlim hey!” Omuz halayı
şar: şehir, kent (Sen yüce kayasın şarına yönek / Aşık Mustafa)
şeer: şehir
şelek: odunların iple bağlanarak toplanmış hali
şirilağan: büyük leğen
şipsi: tavuk ya da güvercin etinden yapılan acılı bir çorbadır
şişek: erkek koyun
“On bir koyun aldım, dokuzu şişek
Niye mağlup oldun ensesi gevşek” Yüzük Oyunu Türküsü
şıltahçı: her şeyi abartan kişi
şor: söz, laf (ikileme olarak da geçer: “laf şor” gibi)
şorlatmak: suyu fıskırtmak
T
taka: duvara monte edilmiş küçük raf
taman: demin
tangır (tannı): Tanrı, Rab “Tangır (Tannı) canını alsın” Kargış
Tanrı: Tanrı
“Gümüş kalemi de vardır elinde
Tanrı kelamı çoktur dilinde” Hürü Gelin / Halk Hikayesi
tapan: bahar aylarında topraktan çıkarılan bir bitki
tarana: tarhana taranaşı: aşlık, nohut ve mercimekten yapılan bir çorba.
tat (tart): yabancı, el, başkası, kim olduğu bilinmeyen kimse
tatarca: Karnı ağrıyan bir hastaya oynanan seyirlik oyun ve tedavi yöntemi.
tavatır: tevatür, iyi, güzel, hoş
tavla: at ahırı tavsır: tasvir
tapsımak: bozulmak, küflenmek
tecir: tacir, tüccar
teleme: kesilmiş sütten yapılan peynir
telesimek: önemsemek telteli: kadayıf , tatlı çeşidi
“Burhan Efendi de Ahmet Efendi’nin yamağı
Boğazına durmuş teltelinin yumağı” Aşık Mustafa
temek: ahırdan odaya çıkan yüksek çıkıntı
temelli: sürekli, devamlı terek: raf
teselleme: tekerleme, eğlenceli hikayeler
tevzillemek: tevzirlemek, ihbar etmek
tezgere: bir sepet cinsi
tiken: diken
tilbi (tilbe): kurnaz, yaman, her işin altından kalkan, becerikli
tirem: sert, kaya karışımı toprak tığ: ekinin yığılmış hali
tırışmah: bozulmak, arıya gitmek
tırsımak: bozulmak, arıya gitmek
tıvgalı: lohusa kadınların çocuklarına, başka kadınlardan bulaşan bir rahatsızlık; çocuk düşüren kadın
tohlu: koyunun erkeği
toha: toka, tok, köpeklerin boğazına takılan tasma tohuç: tokuç, çamaşır yıkamakta kullanılan ağzı geniş tahta alet
“Koyunu kuzuya kattım
Tokucu yazıya attım
Ya ne deyim a bebeğim
Bir desticik suya sattım” Gömürgende bir bebeğin ağıdı
tokan: Aşık oyununda her iki aşığın da çıkıntılı kısmının dik gelmesidir.
tol: eski yapılardaki kemer
toprahçalıh: halıya başlamadan önce dokunan hazırlık sıraları
toşah: altından su çıkarılan milli toprak
toy: hindi büyüklüğünde alacalı renkte bir yırtıcı kuş
töbe: tövbe
töketek: aşık oyununda her iki aşığın da çıkıntılı kısmının yatay gelmesine verilen isimdir. töremek: türemek, ortaya çıkmak, meydana gelmek
“Kara şalvar bacağında
Beşli martin kucağında
Böyle yiğit törememiş
Kazanbaşlar ocağında” Karakayalı Necip’in Türküsü (Ağıdı)
töretmek: çoğalmak
tuğ: hayvanların başındaki tüysü çıkıntı
tuman: uzun don
“Üç kuruşu olan durmaz öğünür
Bazı insanlar kendini beğenir
Sosyeti kadınlar petnol giyinir
Köylüler koca tumana kaldı” Aşık Mehmet (Öztürk) 1932- …..
tuturuh: saçı çok ve kıvırcık olan
tülek: tüyü dökme, kırkım
tünemek: gecelemek Tavuklar tünedi
Tünek: küme; hapishane
U
ucar: haber, iz, belirti
Udu: çocukların yağmur yağarken gezdirdikleri bir bezden yapılmış ruhani varlık
“Udu udu gördün mü
Uduya selam verdin mi
Udu kapıdan geçerken
Sulu bir yağmur verdin mi?” udu tekerlemesi
uğrun. habersizce
“Gafil idim elimden üzüldü tahda
Goyun bekler gibi bekler yolahda
Uğrun kaptın, hayır yohdur dolahda
İsa kullarından Agop Çorbacı” (Aşık Mustafa)
uğur: ön
ulmak: bozulmak,sararmak
Uluh: cansız, kötü, işe yaramaz, solmuş umusuluh: umut içinde olmak
uşak: çocuklar, gençler
“Nallı kır atıma yol mu dayanır
Asker uşakları kız anam erken uyanır
Bünyan uşağına can mı dayanır
Doğurmaz olaydın kız anam benim başım belalı” Kır At Türküsü
uşkur: şalvarı bağlamak için kullanılan ip ya da kuşak
“Anama söyleyin damda yatmasın
Çuha şalvarıma uşkur takmasın
Oğlum geliyor diye yola bakmasın
Vurun Türk uşağı Antep gidiyor
Vurun Kürt uşağı namus gidiyor” Antep Türküsü Mehmet Sıtkı Işıtır
uymasal: aksi, inat
uymasallamah: aksileşmek, inatlaşmak
uylamak: bir şeyin üstüne üstüne gitmek
uz: maharetli, becerikli
Ü
ülker: yedi kardeşler de denen bir yıldız
ümütünü yoh: kendisi yok, haberi yok, bir belirti bir iz yok
ünledi: bağırdı, seslendi “Evimize hırsız girdi, yetişin konşular diyi ünledi.” Zannuşağı / Masal ütmek: tüylerini yakmak ütme: sapıyla beraber yakılan buğday
ütnük: hakaret sözü
üvez:
üzengi: hamur tahtasında açılan hamurun muska biçiminde katlanmasıyla yapılan mantının içsiz ve küçük şekline üzengi denir.
üzülmek: düşmek (Gafil idim elimden üzüldü tahta) Aşık Mustafa
üzülmek: incelmek, zarara uğramak “Bu ipler üzülmüş”
üzüm yahnisi: kuru üzümün kaynatılmasıyla yapılan bir yemektir.
V
vanılamak: bağırmak, ses çıkarmak
vanılayıp durmak: boş yere bağırıp çağırmak / deyim
verena: virane
“Ateş yanan yerde mor çimen bitmez
Verena bağlarda bülbüller ötmez
Hürümün hayali karşımdan gitmez
Aman dağlar aman Hürüm var mıdır, yok mudur” Hürü Gelin /Halk Hikayesi
Y
yabantı: yabanın büyüğü
yad: yabancı
yadırgı: yabancı, tanınmadık, bilinmedik kimse
yağlama: kuşbaşı ve kıymanın bazlamaların üzerine serilmesiyle yapılan bir yemektir. Sarımsaklı yoğurtla yenir.
yağmır: yağmur
yalak: hayvanların yal yediği yer; çocuk oyunlarında açılan çukur
yalama, yalamık: eski püskü, bozulmuş, yalap: ışıltı, parıltı
yalbırdak: çıplak ayaklı (yalın yalbırdak : ikileme biçimi), yoksul, bir şeyi olmayan
yalınsah: görgüsüz
yalınız : yalnız (n sesi genizden çıkıyor)
“Bizi yaradan da ol hazır nazır
Sağımda solumda evliya hazır
Kaldım yalınız dağlarda sen yetiş Hızır
Kaldım yalınız dağlarda yanar ağlarım” Hürü Gelin / Halk Hikayesi
yalpıh: engebeli yer yamalah: işlevini kaybetmiş, eğri büğrü
yamçı: eskiden palto yerine giyilen bir giysi
yampiri: eğri büğrü yanaz: aksi, inat
yanır: hayvanların sırtında olan yara “Yavız it, yanırsız olmaz” Atasözü
yanıt: cevap, kız evine gönderilen bohçanın adı “yanıt bohçası”
yanız: yüz, çehre
“Aman aman olmuyor
Eş eşini bulmuyor
Kara yanız genc oğlan
Niye gönlün olmuyor” Ceviz Oynamaya Gelmiş / Türkü
yapıh: yazma, baş örtüsü
yaprı:eğri, biçimsiz
yassılamak: düzlemek
yaşmak: baş örtüsü
“Hani benim allı pullu yaşmağım
Ben de gelin olduğuma pişmanım
Kayseri’nin bir yarısı düşmanım” Dağdan Yuvarlandı Kayalarımız / Türkü
yar: uçurum “Varmış kadını bir yara atmış gelmiş.” Bey Böyrek ile Has Yusuf / Masal
yarma: soyulmuş buğday, dağme
yarmaça: kaysının yarılarak kurutulmuş biçimi
yarpız: kır nanesi
yahni: yarmaçanın yağda pişirilmesiyle yapılan yemektir.
yasal: ölünün yası
yasalcı: ölünün yasına gidenler
yavlan: derin olmayan
yavız: kötü
yavsı: kene yavrusu
yavşah: bit yavrusu
yavşan: bir dağ bitkisi “Doğmadık tavşanı, bitmedik yavşanın dibinde vurdum.” Avcı tekerlemesi
yayma: içine eşya konan bir araç
yaylım: otlak yeri
yazı: şehrin dışındaki kırsal alanlar
“Bengiboz yoruldu yazıda kaldı
Sefil Bey Böyreğin aklını aldı” Bey Böyrek / Halk Hikayesi
yaz: erkek koyun sürüsü
yazma: baş örtüsü
“Bünyanlılar mavi de yazma bürünür
Bürünür de uçları yerde sürünür” Türkü / Neşet Ertaş
yedi gardaşlar: ülker yıldızının diğre adı
yeğni: hafif
yekinmek: kalkmak, ayağa kalkmak, göğe savrulmak
“Çırpılıktan toz yekindi Uşağın önü söküldü
Tez gelesiz Ali Efendim Yıldız bazara çekildi” Zekli Ali Efendinin Ağıdı
Çardakkaya’nın ekini
Kalkar yekini yekini
Garıştırma Ladif Hoca
Hakkı’mın çalma kakili” Hakkı’nın ağıdı
yeldirmek: acele etmek
yelpik: soğuk algınlığı, yel çarpması
yemşe / yemşen: bir çeşit dağ bitkisi, alıç türü
yenge: yenge
yerme: beğenmemek, aşağı görmek
yetmek; yetişmek, ulaşmak; olgunlaşmak
“Yedilmez oldu yedeğler
Kurulmaz oldu otağlar
Harap oldu kaldı çırağlar
Gel gitme güzel Kalender” Koyun Abdal (16. yüzyıl)
yiğin: çok, sık
yiğrenmek: tiksinmek, iğrenmek
yiv: iki tarlayı ayıran sınır çizgisi
yivindirmek: habersizce gözden kaçırmak “gözünü yivindirmek” deyim
yıkışmak: güreşmek
yılımsamak: hafif yollu gülmek
yılışmak: çirkince gülmek,
yıldır yıldır: pırıl pırıl
yılhı: başıboş, serseri
yımırta: yumurta
yınnaşmak: arzu edilmeyen bir şekilde karşıdakine gülümsemek
yınnaşık: gereksizce sevecenlik gösteren kişi
yıratmak: uzaklaştırmak
yirik: yıpranmış, büzülmüş
yoğun: şişkin, kalın
yoğsun: yosun
“Evlerinin önü akar
Yoğsunun yüzüne bakar
Mustafa ölmüş diyince
Bütün Bünyan ayaa kalkar” Mustafa’nın ağıdı
yokuş: rampa
“Evlerinin önü de bir kötü yokuş
Kız kurbanın olurum o nasıl bakış
Halının üstüne de döktüğün nakış
İlme çalan ellerine kurban olurum” Karadır Kaşların / Türkü
yolah: yol, patika, cılga yol,
yolah bilmemek: bir işin yönetimini bilmemek
yolluh: ince ve uzun kilim
yomsulamak: taklit etmek, yansılamak
yonu: yontulmuş, yontulmaya müsait taş
“Ağa daşı, yonu daşı
Yandı ciğerimin başı
Gelmedi mi arslan oğlum
Yedirdiğin ekmeğe karşı” Kibarın Uşaklarının Ağıdı
yoşuh: eskimiş eşya, mal, halı, kilim vs.
yoşumah: yorulmak; eskimek; güçten düşmek
yönek: yönelmiş, yönelik “Sen yüce kayasın şarına yönek” (Aşık Mustafa)
yörümek: yürümek
“Ben yanarım eller yanmaz
Viran bağa bülbül konmaz
Derdim çoktur ele denmez
Yörü emektarım yörü” Aşık Sıtki (1820-1873)
yoz: damızlık niteliğini kaybetmiş koyun
“Dilkilikten gelen yozlar
Ben söyleyim bellen kızlar
Ata aykırı çatmışlar
Üstünden dökülür buzlar” Rafet’in Ağıdı
yuha: yufka ( h sesi hırıltılıdır)
yuğrum: yoğurmak için gerekli un “Bir yuğrum un aldım konşudan”
yular : hayvanlara kullanılan kalın bir ip
“Dağdan gelir taştan gelir
Bir yularsız arslan gelir” Bilmece
yumak: yıkamak
“Esvap yuduğum pınarlar,
Yuyup serdiğim duvarlar
Vakti gelince kovarlar
İşte koyup gidiyom” Kına Türküsü
yumuş: öğüt, nasihat
yumuş oğlanı: hizmet gören delikanlı, çocuk
yunak: çamaşır yıkanan yer; koyunların yıkandığı dere, su yatağı “Mustafa kalk atı hazırladım, yunağa gidiyoruz sesiyle yerimden fırladım.” Mustafa Dilekmen
yuvah: taştan yapılma dam düzlemekte kullanılan bir alet yuvah
yuvmah: dam düzlemek
yüğrük: hareket halinde olan, koşan, yürüyen
“Oduncular dağdan odun endirir
Yüğrük sular değirmenler döndürür” Omuz Halayı
yülümek: saç tıraşı olmak; argo kumarda ütmek
yületmek: tıraş olmak
yüz ketesi: Kuzunun anasının karnında yüz günü doldurmasının şerefine çobanlara hediye olarak pişirilen ketedir.
Z
zağar: köpek
“Geriden baktım da koşanda davar
Oturmuş altına sütünü sağar
Ümmühan oğlunda bir kancık zağar
Oşt demeden kaptı beni neyleyim” Aşık Sıtkı (1820-1873)
zavar: hayvanlara hazırlanan arpa ve çavdardan yapılmış yem
zavrak: salatalık
zemheri: ocak ayı “Karakış karada, zemheri arada, gücükte kar devenin kuyruğunda” atasözü
zıvanadan çıkmak: çileden çıkmak
zollu, zorlu: mükemmel, hoş, güzel
zorata: kavga, döğüş
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen görüş ve düşüncelerinizi buraya yazınız.