Evliyalar Diyarında Bir Yolculuk: Bünyan Türkmen Köylerinde Seyit Burhanettin AKBAŞ




---

📰 Evliyalar Diyarında Bir Yolculuk: Bünyan Türkmen Köylerinde

Seyit Burhanettin AKBAŞ

Bu ziyaretimde Bünyan yöresindeki birçok Türkmen köyünü gezdim. Burhaniye ve Karakaya’dan başlayan yolculuğumda sırasıyla Sultanhanı, Karacaören, İğdecik, Pir Ahmet ve Koyun Abdal beldelerini gördüm. Son durağım ise Musaşeyh köyü oldu.
Uğrayamadığım köylere de uğrayacağıma söz veriyorum. Çünkü şairin dediği gibi: “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım.” Tanışmadıklarımızı nasıl sevebiliriz ki? Biz gitmezsek, köylerimizi, kasabalarımızı, insanlarımızı nasıl tanıyacağız? Kimse bizden bir şey istemiyor; sadece kapılarını çaldığımızda duydukları memnuniyet yeter.

“Senin buralarla ilgin olmasa gelmezdin”

İğdecik köyünde bir Türkmen anası karşıma dikilip dedi ki:
— “Yok, yok… Senin buralarla bir ilgin olmasa buralara gelmezdin.”
Bu sözü unutmadım. Her köyde, aynı espriyle cevap veriyorum:
— “İyi bak bakalım, ben kime benziyorum?”
İğdecikli ana, beni Yıldırım köyünden tanıdığı birine benzetip özürlendi:
— “Kafandaki şapkadan tanıyamadım, sen filan değil misin?”
Aslında iş biraz da masallardaki gibidir.
— “Sen kimsin?”
— “Seni beni yaratan Allah’ın kuluyum.”
Masallar böyle der ya… Anadolu’da insanlar birbirine benzer; çünkü gönülleri birdir.


---

Karakaya: Evliyalar Diyarı

Karakaya kasabasını hep duymuştum ama bu kez özellikle gitmek istedim. Burhaniye’den tepelere doğru tırmanırken kasabanın Erciyes’e bakan konumunu gördüm. Sarımsaklı Barajı, aşağıda küçük bir göl gibi duruyordu.

16. yüzyılda müstakil bir nahiye olan Karakaya, zamanla Bünyan’a bağlanmış. Kasabanın levhasında “Evliyalar Diyarı” yazıyor. Gerçekten de öyle… Seyit Halil Devletlü başta olmak üzere üç evliya mezarı daha gördüm.



Seyit Halil’in türbesi camiyi andıran yeni bir yapı. Halk, onun Selçuklu döneminde yaşadığını söylüyor. Rivayetlere göre IV. Murat’la arasında geçen “balık kerameti” efsanesi bu bölgede hâlâ anlatılır. Aynı hikâyenin bir başka versiyonu ise Musa Şeyh köyünde karşımıza çıkar.

Karakayalılar bu mirasa sahip çıkmış durumda. Seyit Halil Zaviyesi ve vakfına dair belgeleri dijital ortamda paylaşarak araştırmacılara sunmuşlar. Bu yönüyle Karakaya, gelecekte tarihçilerin üzerinde duracağı önemli bir merkezdir.


---

Sultanhanı: Eriyen Taşlar, Suskun Tarih

Her yıl Hacca gider gibi ziyaret ettiğim iki yer vardır: Karatay Kervansarayı ve Sultanhanı.
Sultanhanı, 13. yüzyıl Selçuklu eseridir ama maalesef bugün perişan haldedir.
Taşlardaki dökülmeler, eriyen sütunlar, çörtenlerden akan suların taşları çürütmesi…
Geçmişteki görkeminden geriye sessiz bir çığlık kalmış.
Lütfen, iş işten geçmeden bu yapıya sahip çıkalım.
Bu bölgedeki köylerde, gelen misafire kapısını açacak, hanın bekçiliğini yapacak insanlara da ihtiyaç var.


---

İğdecik ve Türkmen Kardeşler Efsanesi

İğdecik köyünde Kazım Türkmenoğlu ve Bilal Habeşi Taş ile buluştum.
Kazım Bey, “Buralar Türkmen köyleridir; biz Orta Asya’dan gelen Türkleriz,” diyor.
Köy adlarının bir efsanesi var:
Kardeş yedi köy kurmuşlar; her biri bir özelliğine göre ad almış.
Biri koyuncuymuş, köyü “Koyun Abdal” olmuş.
Biri iğdeyi severmiş, köyü “İğdecik” olmuş.
Bir diğeri kahveyi severmiş, “Kahveci” olmuş.
Efsane elbette tarih değil ama hakikatin izini taşır:
Bu köyler, Türkmenlerin kalbidir.


---

Koyun Abdal: Kalender’in İzinde

Koyun Abdal kasabasında aynı adlı halk ozanının mezarı bulunuyor.
Köyün yaşlısı İbrahim Vural, “Koyun Abdal, 16. yüzyılın halk şairlerindendir,” diyor.
Elimizde yalnızca bir şiiri kalmış.
O şiirde “Seni Şaha gider derler / Gel gitme güzel Kalender” mısraları yer alıyor.
Halk inanışına göre bu “Şah”, Hoca Ahmet Yesevi’dir.
Anadolu’ya gelen bütün dervişlerin, erenlerin, Abdal Musa’ların, Yunus Emre’lerin Yesevi yolundan yürüdüğüne inanıyorlar.
Belki de bu halk inancı, tarih kadar gerçektir.


---

Karacaören: Kiliseden Camiye

Koyunabdal’dan dönüşte uğradığımız Karacaören, eski bir Rum köyüymüş.
Mübadeleyle Balkanlardan gelen Türkler buraya yerleştirilmiş.
Köyde kiliseden çevrilen cami hâlâ ayakta.
Çan kulesinin dibindeki kapıda Rum harfleriyle Türkçe bir yazı var:
“Bu kapı, Hamidiye kazasından Deli Mihal tarafından Allah rızası için yapıldı.”
Bu yazı, Anadolu’da Rum harfleriyle yazılmış Türkçeye, yani Karamanlıcaya güzel bir örnek.


---

Musa Şeyh Köyü: Balık Kerametinin Sırrı

Musa Şeyh köyünde, köyün ileri gelenlerinden Mustafa Sarıkaya bize rehberlik etti.
Köy neredeyse tamamen boşalmış. Türbede bir erkek, bir kadın mezarı bulunuyor.
Rivayete göre biri Musa Şeyh’e, diğeri eşine ait.
Söylenceye göre IV. Murat Bağdat seferine giderken Musa Şeyh’i çağırır,
şeyh gelmeyince askerler zincir vurmak ister ama zincir ejdere dönüşür.
Sonra Şeyh, padişaha keramet olarak tatlı su balığı ikram eder.
İnanç ve saygı… Anadolu’nun efsaneleri böyle doğmuştur.


---

Tahıl, Hayvan ve Sevgi

Bu bölge Türkmenlerinin geçim kaynağı her zaman tarım ve hayvancılık olmuştur.
Musa Şeyh köyü yakınlarında bir çobanla karşılaştım.
Selamlaştık, koyunlara, kuzulara, köpeklere baktım.
Çoban dedi ki:
— “Kuzular doğunca seni mutlaka çağıracağım.”
Belki küçük bir söz ama içinde koca bir sevgi var.
Ben inanıyorum ki, doğayla, hayvanla, toprakla iç içe yaşayan bu insanlar Allah’a en yakın olanlardır.
Çünkü tabiatı sevmeyen, insana da sevgi duyamaz.


---

Son söz:
Bu köylerde gördüğüm şey sadece taş, toprak, türbe ya da efsane değil.
Hepsi birer kimlik, birer aidiyet.
Anadolu’nun kalbi hâlâ bu köylerde atıyor.
Biz yeter ki gidip dinleyelim, tanış olalım…
İşi kolay kılalım.


---



Yorumlar