18. ve 19. yüzyıllarda modernleşmeye giden yol
S.Burhanettin AKBAŞ
---
I. Bölüm: Yeniliğin Çekirdeği – 18. Yüzyıl Reformları
Osmanlı Devleti, 18. yüzyıla girerken eski kudretinden uzak, yeni bir dünyanın eşiğinde bulunuyordu. Savaş meydanlarında alınan yenilgiler ve iç bozulmalar, devlet adamlarını “nasıl kurtuluruz?” sorusuna yöneltti.
Bu dönemin adı yeniliğin çekirdeğiydi. Ne tamamen Batı taklidi ne de eskiye körü körüne bağlılık… Arayış, özünü koruyarak çağı yakalama çabasıydı.
Lale Devri (1718–1730) bu dönemin simgesidir. Damat İbrahim Paşa’nın öncülüğünde İstanbul’da matbaa açıldı, sanat ve mimari Batı’yla buluştu. Ancak bu yenilikler halkta “zenginlerin eğlencesi” olarak algılanınca Patrona Halil İsyanı patlak verdi.
Aslında bu isyan, bir yenilenme sancısıydı. Toplum, değişime hazır ama korkak bir ruh halindeydi.
Yüzyılın sonunda tahta çıkan III. Selim, reform düşüncesini bir devlet programına dönüştürdü. “Nizam-ı Cedid” ordusu, modern askerî sistemin ilk adımıydı. Artık Osmanlı sadece gelenekle değil, bilim ve teknikle de ayakta durmanın yollarını arıyordu.
Bu çabalar belki imparatorluğu kurtaramadı, ama bir zihniyet dönüşümünü başlattı. 18. yüzyıl reformları, Tanzimat ve Cumhuriyet’e uzanan büyük hikâyenin ilk sayfasıydı.
---
II. Bölüm: Modernleşmenin Eşiğinde – 19. Yüzyıl Reformları
18. yüzyılın kıvılcımı, 19. yüzyılda ateşe dönüştü. Osmanlı artık yüzünü Batı’ya çevirmişti; ama bu bir teslimiyet değil, ayakta kalma çabasıydı.
Tanzimat Fermanı (1839):
Devleti kurtarmak, toplumu düzenlemek, bireyi korumak… Tanzimat, bütün bunların adıdır. “Can, mal ve namus güvenliği” ilk kez bir devlet garantisine bağlandı. Artık herkes kanun önünde eşitti. Osmanlı, yüzyıllardır hüküm süren kul anlayışından vatandaş bilincine geçiyordu.
Islahat Fermanı (1856):
Batılı baskıların gölgesinde ilan edilse de, Osmanlı’daki azınlıkların haklarını genişletti. Bu dönem, devletin çok milletli yapısını bir arada tutma gayretiydi. Ancak bu eşitlik arayışı, toplumda fikir ayrılıklarını da beraberinde getirdi: kimileri Batı’ya yönelişi kurtuluş sayarken, kimileri kimliğin erimesinden endişe etti.
Meşrutiyet (1876):
Ve nihayet halkın sesi yükseldi. İlk kez bir anayasa ve meclis kuruldu. Osmanlı, monarşinin yanı başında temsili yönetim fikrini tanıdı. Kısa sürse de Meşrutiyet, artık geri dönülmez bir bilinç doğurdu: “Devlet sadece padişahın değil, milletindir.”
19. yüzyıl reformları, yalnız bir devleti değil, bir çağ bilincini de değiştirdi. Tanzimat’ın kalemi, Islahat’ın cesareti, Meşrutiyet’in vicdanı birleşti ve Cumhuriyet’in yolunu açtı.
---
Son Söz
Osmanlı’nın yenileşme dönemi, bir imparatorluğun yavaş yavaş çözülüşü değil; aksine bir milletin kendini yeniden bulma sürecidir.
Her reform, bir geleceğin tohumu; her yenilik, bir geçmişin duasıdır.
Bugün modern Türkiye’nin temelleri, o yüzyıllarda atılmış fikir taşlarının üstünde yükselmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen görüş ve düşüncelerinizi buraya yazınız.