SÖZLE BAŞLAYAN VARLIK: “KÜN”DEN BİSMİLLÂH’A
Varlık, bir sesle başladı.
Ne harf vardı, ne dil; ne zaman vardı, ne mekân.
Ama söz vardı.
“KÜN” dendi…
Ve varlık, sözün secdesine kapandı.
Bu “ol” emri, yalnızca bir yaratma fiili değil; bir tanıtma, bir bildirme, bir bilinme çağrısıdır. Zira Allah Teâlâ’nın “Kün” demesi, eşyaya varlık vermekten önce, marifete davettir. Çünkü varlık, bilinsin diye vardır. Bilinmeyen bir varlık, yaratılış maksadını tamamlamaz.
Bu sebeple ehl-i irfan der ki:
> “Kün’den murad, marifetullahtır.”
Yani “ol” emri, eşyanın şekillenmesi değil; insanın Allah’ı bilmeye ehil kılınmasıdır.
KÜN’ÜN ASLI VE HAKİKATİ
Tasavvuf, yaratılışı kuru bir kozmoloji olarak görmez. O, hakikatin izini sürer. Ve bu iz, bizi doğrudan Muhammed Mustafa’ya (SAV) götürür.
Zira “Kün” emrinin ilk tecellisi, Hakîkat-i Muhammediyyedir.
Allah, önce sevgilisini murad etti; sonra âlemi.
Hadîs-i kudsînin irfanî yorumu burada yankılanır:
> “Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım.”
Bu, tarihî bir bilgi değil; ontolojik bir hakikattir.
Yani Hz. Muhammed (SAV), yaratılış zincirinin bir halkası değil; merkezidir. “Kün”ün anlam kazandığı aynadır.
Bu sebeple arifler, “Kün” ile “Muhammed” arasında bağ kurar. Çünkü söz, en mükemmel insanda tamamlanır. Vahiy, kelimeye dökülür; kelime, peygamberde ahlâka dönüşür.
ELEST: SÖZLE BAŞLAYAN AHİT
Yaratılış yalnızca “ol” ile başlamadı.
Bir de soru vardı:
> “Elestu bi Rabbikum?”
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”
Bu soru da sözdü.
Cevabı da söz oldu:
> “Belâ.”
“Evet, kabul ettik.”
İşte bu, Ahd-i Mîsaktır.
İnsanın Allah ile yaptığı en eski sözleşme.
Bu sözleşme, insanın omzuna yüklenen sorumluluğun kaynağıdır. İnsan, yeryüzünde başıboş değildir; söz vermiş bir varlıktır. Unutur, şaşar, düşer; ama içinde daima bir “Belâ” yankılanır.
Bu yüzden kalp huzursuzdur.
Bu yüzden insan arar.
Bu yüzden insan “aslına” dönmek ister.
GÖRÜLEN, DUYULAN, DÜŞÜNÜLEN VE SÖZ
İster göze bak: görülen şey.
İster kulağa sor: duyulan ses.
İster akla danış: düşünülen mana.
İster hayale yönel: mümkün yahut muhal olan.
Hepsi bir noktada birleşir: söz.
Çünkü düşünce söze dökülmedikçe dağınıktır.
Hayal isim almadıkça bulanıktır.
Bilgi ifade edilmedikçe eksiktir.
Tasavvuf der ki:
> “Söze düşmeyen mana, sahibini de taşır.”
İnsanı olgunlaştıran, yalnızca bilmek değil; bildiğini sözde ve hâlde taşımaktır.
LEVH-İ MAHFÛZ VE KELÂM
Levh-i Mahfûz bile, kelâmla anlatılır.
Yazı, sözün dondurulmuş hâlidir.
Kur’ân, lafızdan ibaret değildir; ama lafızsız da değildir.
Çünkü Allah, insanla söz üzerinden konuşmayı murad etmiştir.
Bu, insanın değeridir.
Zira konuşabilen varlık, muhatap alınan varlıktır.
VARLIK VE YOKLUK: SÖZÜN HÜKMÜ
İster var olsun, ister yok olsun…
Her şey, sözün hükmü altındadır.
“Kün” ile var olur,
“Lâ tekün” ile silinir.
Mum gibidir varlık:
Sözün avucunda erir, şekil alır.
Bugün var dediğin yarın yoktur.
Bugün yok sandığın, bir “ol” emrini bekliyordur.
SÖZ ASILDIR
Bu yüzden tasavvuf ehli, söze dikkat eder.
Çünkü söz, niyetin aynasıdır.
Söz, kalbin tercümanıdır.
Söz, ahdin muhafızıdır.
Ve madem ki söz asıldır…
O hâlde söz, en güzel yerden başlamalıdır.
BİSMİLLÂH: SÖZÜN EDEP KAPISI
“Bismillâh”, yalnızca bir başlangıç değildir.
O, söze edep kazandıran anahtardır.
Allah’sız başlayan söz, sahibini yarı yolda bırakır.
Bismillâh ile başlayan söz ise, sahibini Hak’ka yaklaştırır.
Çünkü Bismillâh, Kün’ün insan dilindeki yankısıdır.
Ve biz, sözle yaratılanlar olarak…
Söze Bismillâh ile başlarız.
SON SÖZ (ÖZLÜ KELÂM)
> Söz, varlığı doğurur; edep, sözü diriltir.
Kün ile başlayan yol, Bismillâh ile yürünür.
Unutma: İnsan, söylediği kadar değil; söz verdiği kadar insandır.
M. Salim Nursaçan
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen görüş ve düşüncelerinizi buraya yazınız.