Bünyan'da Eski Ramazanlar / Mustafa Dilekmen'in unutulmaz yazısı


On bir ayın sultanı, içinde Kadir Gecesi bulunan, bin aydan daha hayırlı olan mübarek Ramazan ayının içinde bulunuyoruz. Hepimize hayrı mübarek olsun.
Millet olarak biz İslamiyet’e yaklaşık bin yıldır hizmet etmekteyiz. Milli bedenimiz içinde İslamiyet bizim ruhumuz olmuştur. Ruh, bu bedenden ayrı yaşar mı hiç? Elbette hayır. O bedeni şekillendirirken beden de ona kendi değerlerini katmıştır. Ramazan ayı bizde bir ibadet ayı olduğu gibi, bizim aynı zamanda kültürümüzün bir parçası olmuş ve adeta gelenekleşmiştir. Öyle ki her şey Ramazan ayında ona göre ayarlanmış; hatta bizim için takvim olmuştur: “Ramazan gelmeden şunları, şu işleri bitirelim, o işi Ramazan’dan sonra yaparız, hele bir Ramazan çıksın da…”
Ramazan deyince akla, hem bedenen hem de ruhen ibadet gelir. O mübarek ay, öyle bir aydır ki yediden yetmişe herkesi sarar. Küçük büyük, ay boyunca hep O’nu düşünür, hep O’nu yaşarız. Annelerinin babalarının yanında, onların ellerinden tutmuş mini mini yavruların o uhrevi havayı teneffüs ederek camiye gidişlerini, o gidişteki lezzeti bugün hâlâ gözlerim buğulanarak hatırlarım. Bugünlerde çocukları böyle gördüğümde, o günleri tekrar tekrar yaşarım. Çocukluk bu ya, Ramazan geceleri erken yatanları daha sahur vakti teneke çalarak uyandırmaktan tutun da, teravih için gittiğimiz camilerde çocukça muzipliklerin tuzu hâlâ dudaklarımda.
Hele Ramazan geceleri, artık bir ay boyunca bizler okulu, büyükler işi bir nebze de olsa unutur, sabah kadar minarelerden etrafa süzülen kandillerin ışıkları altında sokak sokak dolaşır, diğer günlere nazaran “Beyoğlu Sokakları”nın hareketliliğini andıran sokaklarda sahura kadar konuşup dolaşırdık. Derken rastlayan “Ellikçi” (Bizim buralarda sahur davulunu çalana ellikçi / erlikçi denir.) ile şakalaşmalar, davulunu alıp kaçmalar ve ara sıra çekilen halaylar…
Ya o mübarek ayın bereketine ne demeli… “Bu mübarek günde ne yapmalı?” diye söylenen anamın, ezan okunup da sofrayı kurduktan sonra ortaya çıkan zenginlik O’nun hikmetinden değil mi?
Ramazan’da ezan beklemenin heyecanı da bir başka oluyor. Çocukken oruçlu olsak da olmasak da iftarı beklerdik. Bizim buralarda iftarı minareden imamla birlikte fabrikanın borusu da haber verir. Vaktin dolmasıyla birlikte patlayan “mantar tabancaları”, “çatapatlar”, ezan ve boru sesine karışarak vaktin geldiğini haber verirdi, bundan da büyük bir zevk alırdık.
Nihayet günler bir bir geçer, “arefe” günü gelir dayanırdı. Annelerimiz “Gelin sizi arefe suyuyla yıkayalım da boylarınız uzasın, yüzleriniz güzelleşsin” derler ve buna da inanırdık. Elbette ki bu sözler boş değildi. İçinde bu ayın hikmetleri ve sırları gizlidir. Bunu bugün daha iyi anlıyoruz.
Bugünlerde de Ramazanları yaşıyoruz. Hem de bütün haşmetiyle… Ama gene de eski Ramazanların sokak şamataları, ev ve kahvehane sohbetleri, ezan sesleri, fabrika borularının ötüşü, mantar ve çatapatların sesi bana ayrı bir lezzet, içimde hoş bir duygu uyandırıyor. Gelecekte geçmişi yaşamak ne güzel… Hep iyi yanlarıyla…
Hepinize hayırlı Ramazanlar dilerim.

Yorumlar