Kayseri Fıkraları Üzerine Bir Köşe Yazısı
Halk edebiyatı dediğimiz o büyük dünya, bugün hâlâ kendini yenileyebilen, geçmişle bugünü aynı potada eritebilen bir hazine. Sözlü kültürün en hareketli unsurlarından biri olan fıkralar da bu hazinenin en canlı damarlarından biri. Eski Türkçedeki adıyla “külüt–gülüt” yani kısa, nükteli, düşündüren hikâyeler… Aslında hepimizin hayatında küçücük bir olay, bir söz, bir bakış bazen bir fıkraya dönüşecek kadar çarpıcıdır. Ama bunların pek azı halkın hafızasında yer eder. Çünkü fıkra, halkın yaşatmaya karar verdiği olaydır.
Fıkraların bir işe yaradığını anlatan meşhur örnek vardır: Bir Alman yol kenarındaki köylüye, sadece odunları yere yıkması için yüksek bir para verir. Köylü, “Ben bu odunu insanların işine yarasın diye kestim” diyerek reddeder. Aynı bunun gibi fıkranın da bir işlevi vardır; boşuna anlatılmaz. Toplumun gülmeye, rahatlamaya, dertleri hafifletmeye ihtiyacı vardır. Bu yüzden gazeteyi eline alan her okuyucu hâlâ ilk sayfalarda bir fıkra arar.
Kayseri fıkraları da işte böyle bir ihtiyacın ürünüdür. Tarih boyunca şehrin ticaret kültürü, göç hareketleri, esnaf yapısı, köylü–şehirli ilişkisi bu fıkraları şekillendirmiştir. Karadenizliyle Kayserilinin aynı fıkrada buluşması gerçeküstü görünse de, halkın hayal gücü için hiçbir sınır yoktur. Bazen Ermeni, bazen Yahudi tüccarla girişilen üstünlük mücadelesi de aslında toplumun kendini savunma ve üstün gelme arzusunun bir yansımasıdır.
Kayseri fıkralarının başkahramanı ise hiç değişmez: “Kayserili.” Ne adı vardır ne soyadı… Hazırcevaptır, hesap bilir, ticareti sever, biraz cimridir, biraz kurnazdır ama zekâsıyla daima ayakta kalır. Bir de halkın gözünde Kayseri’nin Nasrettin Hocası sayılan İncili Çavuş vardır ki, onun hazırcevaplılığı saray kapılarını bile açmıştır.
Evliya Çelebi’nin 16. yüzyıldaki anlatılarına bakılırsa, Kayseri’de pazarlık etmek bir zamanlar aşağılayıcı bir davranıştır. Ahiler, fiyat üzerinden pazarlık edilmesini hakaret sayar. Ne var ki gayrimüslim esnafla pazarlık yapılabilir. Bugünkü pazarlıkçı Kayserili tipinin ahi kültüründen değil, ticari hayatın doğal dönüşümünden doğduğu da buradan anlaşılmaktadır.
Kayseri’nin ticari yükselişi aslında Cumhuriyet döneminde şekillenmiştir. Uzun yıllar gayrimüslimlerin elinde olan ticaretin bıraktığı boşluk, Cumhuriyet’le birlikte Türk Kayserilinin yükselişine imkân tanımıştır. Böylece bugün fıkralara yansıyan “ticaret ehli Kayserili tipi” de geçmişle geleceğin birleşmesinden doğmuştur.
Kayseri fıkralarının günümüze ulaşmasında en büyük pay ise kuşkusuz Kazım Yedekçioğlu’nun “Övünmek Gibi Olmasın Ama Kayseriliyim” kitabına aittir. Yine Cavit Yeğenoğlu’nun ve Mustafa Gümüşkaynak’ın derlemeleri, Halkevleri yayınlarından Erciyes dergisi ve Kayseri’nin gazete geleneği bu mirasın taşınmasında önemli görev üstlenmiştir.
Bugün Kayseri fıkralarını okurken hem eski ticaret meydanlarını hem köy odalarını hem de şehrin tarih boyunca geçirdiği değişimi görürüz. Aslında fıkralar sadece güldürmez; bir şehrin ruhunu, insanının karakterini, tarihinin iniş çıkışlarını da anlatır. İşte bu yüzden Kayseri fıkraları sadece birer gülmece değil, aynı zamanda birer toplumsal hafıza, birer kültür aynasıdır.
Ve belki de en önemlisi, ne kadar değişirsek değişelim, fıkralar hâlâ bizi birbirimize bağlayan o ince mizah damarını yaşatmaya devam eder…
Seyit Burhanettin Akbaş
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen görüş ve düşüncelerinizi buraya yazınız.